3- HAZRET-İ İSA (A.S)’IN İNCİLDE VE
DİĞER YERLERDEKİ ÖĞÜTLERİ
Ne mutlu merhametli kimselere; onlar kıyamet günü rahmete
nail olacak kimselerin ta kendileridir.
Ne mutlu halkı arasını ıslah eden (halkın arasını bulan)
kimselere; onlar kıyamet günü Allah’ın dergâhına yakın olan
kimselerdir.
Ne mutlu kalpleri temiz olan kimselere; onlar kıyamet günü
Allah’ın nimetlerine kavuşurlar.
Ne mutlu dünyada alçak gönüllü kimselere; onlar kıyamet günü
padişahlık tahtlarına sahip olurlar.
Ne mutlu yoksullara; gök melekutu onlar içindir.
Ne mutlu mahzunlara; onlar sevinecek kimselerdir.
Ne mutlu Alalh korkusundan açlık ve susuzluk çeken
kimselere; onlar doyurulacak olan kimselerdir.
Ne mutlu hayır amel yapan ve Allah’ın seçkinleri diye
çağrılan kimselere.
Ne mutlu ruhları temiz olduğu için sövülen kimselere; gök
melekutu onlar içindir.
Ne mutlu size; haset edildiğiniz, sövüldüğünüz ve hakkınızda
her çeşit çirkin ve yalan söz söylendiği zaman. O zaman
neşeli ve sevinçli olun. Çünkü sevabınız gökte çoğalmıştır.
Yine buyurmuştur ki: Ey kötü kullar, halkı zan yüzünden
kınıyorsunuz, fakat kendinizi yakin için kınamıyorsunuz. (Ey
dünya kulları, sizde olmayan şeylerin hakkınızda
söylenmesini ve parmakla gösterilmenizi seviyorsunuz.)
Ey dünya kulları, (zahit görünmeniz için) başınızı tıraş
ediyorsunuz, gömleklerinizi kısaltıyorsunuz ve başlarınızı
aşağı eğiyorsunuz. Ama kin ve hasedi kalbinizden
çıkarmıyorsunuz.
Ey dünya kulları, siz, dışarısına bakanı şaşırtan,
içerisinde ise günahlarla dolu ölülerin kemikleri bulunan
sıvalı kabirlere benziyorsunuz.
Ey dünya kulları, siz halkı aydınlatan, kendisini ise yakan
çıralara benziyorsunuz.
Ey İsrâiloğulları, dizleriniz üzere sürünmeye mecbur olsanız
bile alimlerin meclisini izdihamla doldurun. Çünkü Allah-u
Teâla sağanak yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü
kalpleri de hikmet ışığıyla diriltir.
Ey Beni İsrâil, az konuşmak büyük bir hikmettir. Öyleyse
susun. Çünkü susmak güzel bir rahatlık olduğu gibi suçun
azalmasına ve günahın da hafiflemesine sebep olur. İlim
kapısını sağlamlaştırın. İlmin kapısı sabırdır. Allah boş
yere gülen, edep ve eğitim için bir yararı olmayan şeye
doğru yürüyen kimseye buğzeder. Sürüsünden gafil olmayan bir
çoban gibi kendi raiyyetinden gafil olmayan valiyi de sever.
Açıkta insanlardan utandığınız gibi gizlide de Allah’tan
utanın. Bilin ki hikmetli söz mü’minin yitik malıdır.
Öyleyse hikmetli sözler elden çıkmadan onları alın. Hikmetli
sözlerin elden çıkması da ravilerinin gitmesi (ölmesi)
iledir.
Ey ilim sahibi, alimlere ilimleri için hürmet et ve onlarla
tartışmayı terket. Cahilleri cehaletlerinden dolayı hakir
say, ama onları kovma; onları kendine yaklaştır ve
bilmedikleri şeyleri onlara öğret.
Ey ilim sahibi, bil ki şükründen aciz kaldığın her nimet,
ona karşı ceza göreceğin günah mesabesindedir.
Ey ilim sahibi, tövbesinden aciz kaldığın her günah
cezalanacağın azap gibidir.
Ey ilim sahibi, ne zaman seni saracağını bilmediğin gam
ve üzüntülerin, ansızın saldırısından önce onlara karşı
hazırlıklı ol.
Hz. İsa aleyhi’s-selâm ashabına şöyle buyurdular:
“Söyleyin bakalım, eğer bir kimse kardeşinin yanından
geçtiğinde onun avret mahallinin açıldığını görürse acaba o
açılmayan tarafını da açar mı, yoksa açılmış olan yeri örter
mi?” Ashab: “Elbette onu örter” dediler. Hz. İsa:
“Hayır, siz onun açılmayan tarafını da açarsınız”
buyurdular. Ashap, Hz. İsa’nın sorusunun bir misal olduğunu
anlayınca: “Ey Ruhullah, bunu açıklayın?” dediler.
Hz. İsa: Bu, kardeşinin ayıbını görüp onu gizlemeyen bir
kimsenin misalidir” buyurdular.
Hak olarak söylüyorum ki, öğrenmeniz için öğretiyorum;
bencil olmanız için değil. Siz hoşlandıklarınızı
terketmedikçe dileklerinize ulaşamazsınız ve sevmediğiniz
şeylere karşı sabretmedikçe umduklarınızı elde edemezsiniz.
Sakın (namehreme) bakmayın. Çünkü bu bakış, kalplere şehvet
tohumu saçar ve bu da bakan kimseyi aldatmak için yeterli
bir fitnedir. Ne mutlu bakışı kalbinde yer alan kalbi
bakışında yer almayan kimseye. Halkın ayıplarına efendiler
gibi değil, köleler gibi bakın. İnsanlar iki kısımdır:
(Belalara) duçar olan ve afiyette olan. Çaresiz olana acıyın
ve afiyete karşılık da Allah’a şükredin.
Ey İsrâiloğulları, Allah’tan utanmıyor musunuz? Suyu
çerçöpten arıtmadıkça onu rahatlıkla içemiyorsunuz. Ama fil
büyüklüğündeki haram maldan çekinmiyorsunuz. Tevrat’ta size
söylenen şu sözleri duymamış mısınız? “Akrabalarınıza sıla-i
rahimde bulunun, onlara iyilik yapın.” Ben de şöyle diyorum:
İlişkisini kesenle ilişki kurun. Esirgeyene bağışta bulunun.
Kötülük yapana iyilik edin. Sövene selam verin. Sizinle
münaza edene insaflı davranın. Zülmedeni affedin; nitekim
siz de kötülüklerinizin affedilmesini istiyorsunuz. Öyleyse
Allah’ın sizi affetmesinden ibret alın. Güneşinin iyi ve
kötülere ışık saçtığını, yağmurunun salih ve suçlulara
yağdığını görmüyor musunuz? Eğer sizi sevenlerden başkasını
sevmezseniz, iyilik edenlerden başkasına iyilikte bulunmaz
ve bağışta bulunanlardan başkasına bağışta bulunmazsanız o
zaman sizin diğer kimselere karşı ne üstünlüğünüz olabilir?
Bu işi, fazilet ve aklı olmayan sefih kimseler de yapıyor.
Ama Allah’ın dostu ve seçkin kulu olmak istiyorsanız,
kötülük edene iyilik edin. Size zülmedenin suçundan geçin.
Sizden yüz çevirene selam verin. Sözümü dinleyin. Vasiyetimi
koruyun; alim ve fakih olmanız için tavsiyelerime riayet
edin.
Hak olarak söylüyorum ki, kalpleriniz, hazinelerinizin
olduğu yere yönelir; işte bunun içindir ki insanlar
mallarını seviyor ve nefisleri onları arzuluyor. Öyleyse
hazinelerinizi, güvenin yiyemeyeceği ve hırsızın
çalamayacağı gökte biriktirin.
Hak olarak söylüyorum ki, bir kul iki efendiye hizmet
edemez, zorunlu olarak birini diğerine tercih edecektir.
İşte böylece siz hem Allah, hem de dünya sevgisine bir arada
sahip olamazsınız.
Hak olarak söylüyorum ki, insanların en kötüsü, dünyayı
ilmine tercih eden, onu seven, onu talep eden ve bu
talebinde gayret gösteren alimdir. Öyle ki insanları
şaşkınlıkta bırakmayı başarabilse onu da mutlaka yapar.
Güneşin bu aydınlatan ışığı, kör adamın gören gözü
olmadıktan sonra neye yarar? Böylece bu alimin de ilmi,
onunla amel etmedikten sonra neye yarar? Ağaçların meyveleri
ne kadar da çoktur. Fakat hepsi yararlı olmaz ve yenilmez.
Alimler de çoktur; fakat hepsi ilminden yararlanamıyor.
Yeryüzü ne kadar da geniştir, ama her yerinde yerleşim
imkanı bulunmamaktadır. Konuşanlar da çoktur; fakat hepsinin
sözleri tasdik edilmez. Öyleyse yünlü elbise giyip de
hatalarını sahtekârlıkla gizlemek için başlarını aşağıya
eğen, kurdun bakışı gibi kaşları altından bakan ve sözleri
amellerine ters düşen yalancı alimlerden kendinizi koruyun.
Topalaktan (bir çeşit ağaç) üzüm ve Ebucehil karpuzunun
dalından da incir toplamak mümkün müdür? Böylece yalancı
alimin sözü de batıl ve yalandan başka bir eser bırakmaz.
Her konuşan da doğru konuşmaz.
Hak olarak söylüyorum ki, ekin, yumuşak (ve düz) yerde
biter, kayanın üzerinde değil. Böylece hikmet de mütevazı
olan kimsenin kalbinde gelişir; serkeş ve kibirli kimsenin
kalbinde değil. Bilmiyor musunuz ki, kim başını dik tutarsa
tavan başını yarar; kim de başını aşağı eğerse onun
gölgesinden yararlanır. Böylece kim Allah için tevazu
etmezse Allah onu alçaltır; kim de Allah için tevazu ederse
Allah onu yüceltir. Balın her tulumda salim kalmaması gibi
hikmet de her kalpte gelişmez. Tulum delinmediği, kuruyup
bozulmadığı müddetçe bal için bir kab olabilir. Böylece
kalpler de, şehvetler onu delmediği, tamah onu kirletmediği
ve nimet onu katılaştırmadığı sürece hikmet için bir yer
olabilir.
Hak olarak söylüyorum ki, bir evde yangın çıkarsa o yangın
evden eve sirayet ederek birçok evi yakar kül eder. Ama
yangın çıkan ilk eve yetişilir ve o ev temelden tahrip
edilirse o zaman ateş, yakacak bir yer bulamaz. İlk zalim de
böyledir, önü alınırsa artık ondan sonra halkın kendisine
uyacağı zalim bir imam bulunmaz. Nitekim ateş, ilk evde odun
ve tahta bulamazsa o zaman hiç bir şeyi yakmaz.
Hak olarak söylüyorum ki, kim bir yılanın, kardeşini sokmak
için onu hedef aldığını görüp de kardeşini ikaz etmez
yılan da onu öldürürse, onun ölümünde ortak olmaktan beri
olamaz. Böylece kim de kardeşinin günah işlediğini görür de
onu o günahın sonucundan korkutmaz ve o adamı günah sararsa,
onun suçuna ortak olmaktan güven içerisinde olamaz. Kim bir
zalimi zulmünden vazgeçirmeye gücü yeter de onu
vazgeçirmezse o zulmü işleyen kimse gibi olur. Zalim nasıl
korkar? Oysa ki sizin aranızda güven içinde yaşamaktadır.
Nehyedilmiyor; itirazda bulunulmuyor ve önü alınmıyor.
(Sizin bu gevşeklik ve sorumsuzluğunuzu gördükleri halde)
neden zulümlerinden vazgeçsinler ve azmasınlar ki? Sizden
herhangi birinizin: “Ben zülmetmiyorum, zülmetmek isteyen
etsin” demesi ve zulmü görüp önünü almaması acaba yeterli
midir? Eğer dediğiniz gibi olsaydı o zaman neden zalimlere
azap indiğinde, onların yaptığı işi yapmadığınız halde
sizler de onlarla beraber cezalandırılıyorsunuz?
Yazıklar olsun size ey kötü kullar, Allah’ın kıyamet gününün
korkusundan size güvence vermesini nasıl ümit ediyorsunuz
oysa ki siz Allah’a itaatte halktan korkuyorsunuz, O’na
karşı itaatsizlik etmekle onlara itaat ediyorsunuz ve
Allah’ın ahdine aykırı olarak halk ile olan ahitlerinizi
yerine getiriyorsunuz.
Hak olarak söylüyorum ki, Allah-u Teâla, kulları rabb edinen
kimseleri, kıyamet gününün korkusundan emin kılmaz.
Yazıklar olsun size ey kötü kullar! Hakir dünya ve geçici
şehvetler için cennet mülkü hakkında kusur edip kıyamet
gününün vahşetini unutuyor musunuz?
Yazıklar olsun size ey dünya kulları, zevale uğrayan nimet
ve kısa bir hayat için Allah’tan kaçıyorsunuz ve O'na
kavuşmaktan hoşlanmıyorsunuz. Allah’ın huzuruna çıkmaktan
hoşlanmadığınız halde Allah sizi huzuruna kabul etmeyi nasıl
sever?
Allah kendisiyle görüşmeyi seven kimse ile görüşmeyi sever
ve kendisiyle görüşmekten hoşlanmayan kimseyle görüşmek
istemez. Siz nasıl sadece kendinizi Allah’ın dostu
sanıyorsunuz? Oysa ki siz ölümden kaçıyorsunuz ve dünyaya
sarılıyorsunuz. Ölünün kafûrunun güzel kokusu ve kefeninin
beyazlığı ona hiç bir yarar sağlamayıp hepsi toprak altında
kalacağı gibi, nazarınızda güzel ve süslü görünen dünya
güzellikleri de size fayda vermeyecektir; (çünkü) bunların
hepsi zevale mahkumdur. Bedenlerinizin tertemiz ve
renklerinizin de açık ve parlak olması size ne fayda sağlar?
Oysa, ölüme doğru gidiyorsunuz, toprakta unutulup
kalacaksınız ve kabrin karanlığına gömüleceksiniz.
Ey dünya kulları, yazıklar olsun size, güneş ışığı
altındayken çerağ taşıyorsunuz; oysa ki güneşin ışığı size
yeter. Karanlıkta ise çerağın ışığından yararlanmayı
terkediyorsunuz, oysa ki çerağ bunun için yapılmıştır.
Böylece ilim ışığından da dünya işleri için
faydalanıyorsunuz. Oysa dünyadan size ulaşacak pay bellidir.
Ama ahiret işlerinde ilimden faydalanmıyorsunuz; oysa size
ilim bunun için verilmiştir. Ahiret haktır diyorsunuz; oysa
ki siz dünyayı düzene koyuyorsunuz. Ölüm haktır diyorsunuz;
oysa ki siz ondan kaçıyorsunuz. Allah duyuyor, görüyor
diyorsunuz; ama amellerinizi yazmasından korkmuyorsunuz.
Duyan bir kimse sizi nasıl tasdik eder? Bilmeyerek yalan
söyleyen kimsenin, bilerek yalan söyleyen kimseden mezareti
daha çoktur. Gerçi hiç bir yalana özür yoktur.
Hak olarak söylüyorum ki, binek binilmediğinde ve
çalıştırılıp uysallaştırılmadığında inatlaşır ve huyu
değişir. Böylece kalpler de ölümü anmakla yumuşatılmadığında
ve sürekli yapılan ibadetlerle yorulup zahmete
düşürülmediğinde sert ve katı olur. İçerisi karanlık ve
ürkütücü olan bir evin damında lamba yakmanın faydası
olmadığı gibi ilim ışığının ağızlarınızda olmasının,
kalplerinizin o ışıktan yoksun olduğu bir halde size bir
faydası olmaz. Öyleyse karanlık evlerinize doğru koşup
onları aydınlatın. Böylece katı kalplerinizi de, günahlar
onları paslatmadan ve taştan daha sert bir hale getirmeden
önce çabukça hikmetle yumuşatın. Ağır yükleri taşımaya
yardımcı aramayan kişi, onları taşımaya nasıl güç yetirir.
Allah’tan mağfiret dilemeyen kimsenin günahları nasıl
dökülebilir? Elbisesini yıkamayan kimsenin elbisesi nasıl
temiz olabilir? Günahları (tövbe ile) gidermeyen kimse
onlardan nasıl kurtulabilir? Gemisiz denizden geçen kimse,
boğulmaktan nasıl kurtulabilir? Çaba ve gayret göstererek
çare yolu aramayan kimse, dünya fitnelerinden nasıl
kurtulabilir? Kılavuzsuz yolculuk yapan kimse maksada nasıl
ulaşabilir? Dinin nişanelerini görmeyen kimse, cennete nasıl
gidebilir? Allah’a itaat etmeyen kimse, onun rızasına nasıl
ulaşabilir? Aynaya bakmayan kimse, yüzünün ayıbını nasıl
görebilir? Malından bir kısmını dostuna bağışlamayan kimse
dostunun muhabbetine nasıl karşılık verebilir? Allah’ın
verdiği rızıktan bir miktarını O’na borç vermeyen kimse,
Rabbinin sevgisini nasıl kâmil kılabilir?
Hak olarak söylüyorum ki, bir geminin denizde gark olması
denize bir noksanlık getirmediği ve ona bir zarar vermediği
gibi sizin Allah’a karşı yaptığınız günahlar da O'na en
küçük bir noksanlık ve en ufak bir zarar vermez. Aksine
kendinize zarar verir ve kendinizi noksanlaştırırsınız.
Güneşin ışığı, istifade edenlerin çok olmasıyla eksilmez.
Canlılar onun ışığı vesilesiyle yaşayıp hayatlarını
sürdürüyorlar. Allah-u Teâla’nın hazinesi de size çok
bağışta bulunmak ve rızık vermekle eksilmez; insanlar O’nun
rızkıyla yaşamaktalar. Allah, şükredenin rızkını çoğaltır.
Şüphesiz O, şakir (şükrü kabul eden) ve alimdir.
Yazıklar olsun size, ey kötü işçiler, işinizin karşılığını
alıyorsunuz, rızkı yiyorsunuz, elbiseyi giyiyorsunuz, evler
yapıyorsunuz; fakat size iş verenin işini bozuyorsunuz. Çok
geçmeden işin sahibi sizi isteyecek; bozduğunuz işe bakacak,
sizi aşağılatıcı bir azaba uğratacak ve boyunlarınızın
kökten kesilmesini, ellerinizin eklemlerinden ayrılmasını ve
daha sonra bedenlerinizin yeryüzünde sürüklenmesini
emredecektir. Sonra da bedenleriniz, takvalılara öğüt,
zalimlere de ibret olsun diye yolun ortasında
bırakılacaktır.
Ey kötü alimler yazıklar olsun size, ölümün şimdilik sizi
yakalamadığından dolayı ertelendiğini sanmayın; ölüm o kadar
yakın ki sanki ölüm ulaşıp sizi göç ettirmiştir bile.
Öyleyse şimdiden, hak olan daveti kulaklarınıza yerleştirin;
kendi halinize ve günahlarınıza ağlayın; gerekeni
hazırlayın; hazırlığınızı yapın ve tövbe ederek Rabbinize
doğru yönelin.
Hak olarak söylüyorum ki, hastanın acının şiddetinden
dolayı, lezzetli bir yemeğin tadını alamaması gibi dünyaya
sahip olan kimse de mal sevgisinden dolayı ibadetin tadını
alamaz. Hasta adam, şifa verici ilaçların vasfını bir
tabipten duymakla haz duyar; ama ilaçların acılığını
hatırladığında ilaç kullanarak şifa bulma arzusu nazarında
kararır; dünya ehli kimseler de dünyanın çeşitli
güzelliklerinden tat alırlar, ama ölümün ansız saldırısını
hatırlamaları onların yaşantılarını karartıp mahveder.
Hak olarak söylüyorum ki, bütün insanlar yıldızlara
bakıyorlar, fakat yalnızca onların rotasını ve menzillerini
tanıyan kimseler onlar vasıtasıyla (karanlık gecelerde)
kendi yollarını bulabilirler; sizler de hikmet
öğreniyorsunuz, ama yanlızca onunla amel eden kimseler
hidayete kavuşabilirler.
Ey dünya kulları, yazıklar olsun size, buğdayın tadını
almak, hoş ve hazımlı olması için onu (çerçöpten) temizleyip
dövüyorsunuz. İmanın da tadını almak ve size fayda vermesi
için onu halis etmeniz gerekir.
Hak olarak söylüyorum ki, eğer karanlık gecede katran
yağıyla yanan bir çerağ bulursanız mutlaka onun ışığından
yararlanırsınız; onun kötü kokusu sizi ondan yararlanmaktan
menetmez. Böylece hikmeti de kimde bulursanız alın. Onun o
hikmete rağbetsiz kalması onu almanıza engel olmasın.
Ey dünyaya tapanlar, yazıklar olsun size, sizler ne hekimler
gibi düşünüyorsunuz, ne akıllılar gibi anlıyorsunuz, ne
alimler gibi biliyorsunuz, ne kötülüklerden çekinen kullar
gibisiniz ve ne de değerli hür kişilere benziyorsunuz. Çok
geçmeden dünya sizi kökten kazıyacak ve sizi yüz üstü yere
serecektir. Daha sonra günahlarınız, saçlarınızdan tutarak
sizi sürükleyecek, (kendisiyle amel etmediğiniz) ilim de
arkanızdan sizi itecek; çıplak, tek ve tenha olarak sizi,
ceza veren sultana teslim edeceklerdir ve O, kötü
amelleriniz karşılığında sizi cezalandıracaktır.
Yazıklar olsun size ey dünya kulları, acaba ilim vesilesiyle
bütün mahlukata egemen olmadınız mı? (Ama) o ilmi uzağa atıp
onunla amel etmediniz; dünyaya yöneldiniz; dünya için
hükmediyorsunuz; onun için hazırlık görüyorsunuz; onu
(ahirete) tercih ediyorsunuz; onu bayındır kılıyorsunuz;
artık ne zamana kadar dünyaya yöneleceksiniz? Allah’ın sizin
vücudunuzda hiç payı yok mudur?
Hak olarak söylüyorum ki, sevdiğiniz şeyleri terketmedikçe
ahirette şeref kazanamazsınız. Tövbe etmek için yarını
beklemeyin. Çünkü yarının önünde bir gece ve bir gündüz
vardır; bu arada Allah’ın kaza ve kaderi caridir
(geçerlidir).
Hak olarak söylüyorum ki, küçük günahlar Şeytan’ın
tuzaklarındandır. Onları sizin nazarınızda pek küçük
gösteriyor; derken o günahlar toplanıp çoğalır ve sizi
kuşatıverir.
Hak olarak söylüyorum ki, yalanla methetmek ve din hususunda
kendini övmek, bilinen bütün şerlerin başı olduğu gibi dünya
sevgisi de her hatanın kaynağıdır.
Hak olarak söylüyorum ki, ahiret şerefine ulaşmak ve dünya
olaylarına karşı kendini koruyabilmek için her zaman kılınan
namazdan daha iyi hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey namaz gibi
insanı Allah’a yaklaştıramaz; öyleyse sürekli olarak namaz
kılın; namaz, insanı Allah’a yakınlaştıran her salih amelden
Allah’a daha yakın ve O'nun katında her şeyden daha
sevimlidir.
Hak olarak söylüyorum ki, sözle, eylemle veya kinle intikam
almayan mazlumun her ameli göklerde (melekut aleminde) çok
büyüktür. Sizlerden hanginiz, ismi karanlık olan bir nur
veya ismi nur olan bir karanlık görmüştür? Böylece hiç bir
kul da mü’min olduğu halde kâfir, ahirete rağbet ettiği
halde de dünyayı tercih eden olamaz. Acaba arpa eken buğday,
buğday eken de arpa biçer mi? Böylece her kul, dünyada
ektiği şeyi ahirette biçer ve yaptığı her amelin karşılığını
orada görür.
Hak olarak söylüyorum ki, insanlar hikmet konusunda iki
kısımdır: Bir kısmı onu sözüyle sağlamlaştırır, kötü
ameliyle zayi eder; diğeri ise sözüyle sağlamlaştırır,
ameliyle tasdik eder; bunların arasında oldukça fark vardır.
Öyleyse ilmiyle amel eden alimlere ne mutlu ve ilmiyle amel
etmeyip de sadece dilde alim olanlara da yazıklar olsun.
Hak olarak söylüyorum ki, kim ekinini, sürekli her tarafı
saran zararlı otlardan temizlemezse, zararlı otlar o ekini
yok eder. Kim de dünya sevgisini kalbinden çıkarmazsa bu
sevgi onu öyle sarar ki artık ahiret muhabbetinin tadını
alamaz.
Ey dünya kulları, yazıklar olsun size, Rabbinizin camilerini
bedenlerinize zindan edinin (sürekli camilerde bulunun),
kalplerinizi takva evleri yapın ve onları şehvetlere mesken
kılmayın.
Hak olarak söylüyorum ki, belaya daha çok tahammülsüz
olanınız, dünyayı daha çok seveninizdir. Belaya karşı daha
çok sabırlı olanınız da dünyada daha zahid olanınızdır.
Ey kötü alimler, yazıklar olsun size, siz Allah’ın
dirilttiği ölüler değil miydiniz? Sizi dirilttiğinde tekrar
öldünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın ilim öğrettiği
cahiller değil miydiniz? Size ilim öğrettiğinde onu
unuttunuz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın fakih kıldığı
bilgisizler değil miydiniz? Sizi fakih kıldığında cahil
oldunuz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın hidayet ettiği
sapıklar değil miydiniz? Sizi hidayet ettiğinde tekrar
sapıklığa düştünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın görme
kudreti verdiği körler değil miydiniz? Size görme kudreti
verdiğinde tekrar kör oldunuz. Yazıklar olsun size, siz
Allah’ın duyma gücü verdiği sağırlar değil miydiniz? Size
duyma gücü verdiğinde tekrar sağır oldunuz. Yazıklar olsun
size, siz Allah’ın konuşma gücü verdiği dilsizler değil
miydiniz? Size konuşma gücü verdiğinde tekrar dilsiz
oldunuz. Yazıklar olsun size, siz (Allah’tan) zafer
dilemiyor muydunuz? Size zafer nasip ettiğinde tekrar geriye
döndünüz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın aziz kıldığı
zeliller değil miydiniz? Aziz olduğunuzda, tecavüz ve isyan
ettiniz. Yazıklar olsun size, siz Allah’ın yardım ettiği
ve düşmanların saldırısından korkan yeryüzündeki
mustaz’aflar değil miydiniz? Size yardım ettiğinde
kibirlendiniz, zulüm ve isyan ettiniz. Öyleyse kıyamet
gününün zilletinden dolayı size yazıklar olsun; o gün, sizi
nasıl da hakir edecektir.
Ey kötü alimler, yazıklar olsun size, siz mülhitlerin
amelini yapıyor, varislerin (cennet ehlinin) arzularını
arzuluyor ve ateşe atılmayacağına dair güvencesi olan kimse
gibi huzur buluyorsunuz. Halbuki Allah’ın işi, sizin
dileğinize uygun değildir. Sizler ölüm için türüyor, harap
olmak için yapıyor, bayındır kılıyor ve varisler için de
toplayıp hazırlıyorsunuz.
Hak olarak söylüyorum ki, “Musa aleyhi’s-selâm size
Allah’a yalan yere yemin etmeyin” diye emrediyordu; ben de:
“Allah’a ne yalan ve ne de doğru olarak yemin etmeyin fakat
hayır veya evet deyin” diyorum. Ey İsrâiloğulları, çöl
baklagilleri ve arpa ekmeği yeyin; buğday ekmeğinden
sakının. Çünkü ben onun şükrünü yerine getirememenizden
korkuyorum.
Hak olarak söylüyorum ki, insanların bazıları sıhhatli,
bazıları da belaya düçardır; öyleyse Allah’a, verdiği sıhhat
işin şükredin ve belaya uğrayanlara acıyın.
Hak olarak söylüyorum ki, söylediğiniz her çirkin kelimenin
cevabını kıyamet gününde alacaksınız.
Ey kötü kullar, kim kurbanlığı boğazlamaya hazırlandığında
kardeşinin kendisine öfkelendiğini anlarsa, kurbanlığı
bırakmalı, gidip kardeşini memnun etmeli ve daha sonra dönüp
kurbanlığı boğazlamalıdır.
Ey kötü kullar, herhangi birinizin gömleği alınırsa,
abasını da onunla beraber versin. Herhangi birinizin sağ
yüzüne tokat atılırsa, sol yüzünü de çevirsin. Herhangi
birisi size zorla bir mil (üç fersah) mesafeti miktarınca
yük yükletip çalıştırırsa, bir mil daha onunla
beraber gitsin.[1]
Hak olarak söylüyorum ki, dışı sağlam, içi ise bozuk olan
beden neye yarar ki? Kalpleriniz bozuk olduğu halde
bedenleriniz ne kadar hoşunuza gitse de hiçbir faydası
olmaz. Kalpleriniz kirli olduğu halde bedenlerinizi
temizlemeniz ne yarar sağlar ki?
Hak olarak söylüyorum ki, yumuşak unu geçiren ve kepeği
tutan elek gibi olmayın. Böylece siz, hikmeti ağzınızdan
çıkarıyorsunuz, ama kin kalbinizde baki kalıyor.
Hak olarak söylüyorum ki, ilk önce şerri terkedin, daha
sonra fayda vermesi için hayrı talep edin. Hayırla şerri bir
araya topladığınızda, hayrın size bir yararı olmaz.
Hak olarak söylüyorum ki, nehire dalanın elbisesi ne kadar
çaba gösterirse göstersin mutlaka ıslanır. Böylece dünyayı
seven kimse de günahlardan kurtulamaz.
Hak olarak söylüyorum ki, ne mutlu gece uyumayıp ibadetle
meşgul olanlara; onlar ebedi bir nura sahip olan
kimselerdir. Çünkü onlar gecenin karanlıklarında ibadetgâhda
ibadet için ayağa kalkıyorlar ve Rablerine yarının (kıyamet
gününün) zorluğundan kendilerini kurtarması için yalvarıp
yakarıyorlar.
Hak olarak söylüyorum ki, dünya bir tarla olarak
yaratılmıştır, kullar orada tatlı, acı, şer ve hayır
ekerler; iyi ekinin hesap günü yararlı bir neticesi olur,
şer ekinin de biçme günü zorluk ve meşakkati olur.
Hak olarak söylüyorum ki, hekim, cahil ile, cahil de heva ve
hevesiyle denenir. Ağzınızdan câiz olmayan çirkin sözlerin
çıkmaması için onu mühürlemenizi tavsiye ediyorum.
Hak olarak söylüyorum ki, sevmediğiniz şeylere sabretmedikçe
umduğunuza ulaşamazsınız; hoşlandığınız şeyleri
terketmedikçe de dilediğiniz şeylere erişemezsiniz.
Hak olarak söylüyorum ki, ey dünya kulları, dünya
isteklerini azaltmayan, rağbetini ondan kesmeyen kimse
ahireti nasıl idrak edebilir?
Hak olarak söylüyorum ki, ey dünya kulları, sizler ne
dünyayı seviyorsunuz ve ne de ahireti. Eğer dünyayı
sevseydiniz ona ulaşmaya vesile olan işe değer verirdiniz ve
ahireti sevseydiniz onu ümit eden kimselerin amelini
yapardınız.
Hak olarak söylüyorum ki, ey dünya kulları, sizlerden
bazıları arkadaşından zan üzerine nefret ediyor, fakat kendi
nefsinden yakin üzerine nefret etmiyor.
Hak olarak söylüyorum ki, sizlerden bazıları, bazı ayıpları
söylendiğinde kızıyor, oysa onlar bir gerçektir. Ama
kendisinde olmayan bir şeyle medhedildiğinde ise seviniyor.
Hak olarak söylüyorum ki, şeytanların ruhları, kalplerinizde
yaşadıkları gibi hiçbir yerde uzun süre yaşamamışlardır.
Allah, dünyayı ahiret için çalışmanızdan dolayı size
vermiştir; sizi ahiretten alıkoyması için değil. Allah
dünyayı ibadetinize yardımcı olması için size yayıp
açmıştır; günah işlemenize yardımcı olması için değil.
Dünyada kendisine itaat etmeyi size emretmiştir, isyan
etmeyi değil; onu size helâle ulaşma vesilesi kılmıştır,
harama değil. Onu birbirinizle ilişki kurmanız için
yaymıştır, ilişkiyi kesmeniz için değil.
Hak olarak söylüyorum ki, sevaba ulaşmayı herkes arzu eder,
ama yalnız amel eden kimse ona ulaşır.
Hak olarak söylüyorum ki, ağacın, güzel meyvesi olmadıkça
kâmil olmayacağı gibi din de günahlardan kaçınmadıkça kemâla
erişmez.
Hak olarak söylüyorum ki, ziraat, ancak toprak ve suyla
hasıl olur; iman da ancak ilim ve amelle doğrulur.
Hak olarak söylüyorum ki, suyun ateşi söndürdüğü gibi hilim
de gazabı söndürür.
Hak olarak söylüyorum ki, suyla ateş bir kapta
toplanamadığı gibi fıkıh ve körlük de bir kalpte toplanmaz.
Hak olarak söylüyorum ki, bulutsuz yağmur yağmaz; temiz bir
kalp olmadıkça da Allah’ın rızası olan bir iş yapılmaz.
Hak olarak söylüyorum ki, her şey aydınlığını güneşten
aldığı gibi, kalp de hikmetle nur kazanır. Takva da her
hikmetin başıdır. Hak her hayrın kapısıdır; Allah’ın rahmeti
de her hakkın kapısıdır; bu kapıların anahtarı da dua,
yalvarıp yakarmak ve amel etmektir. Anahtar olmaksızın kapı
nasıl açılabilir?
Hak olarak söylüyorum ki, hekim bir adam sevmediği bir ağacı
ekmez ve sevmediği bir ata binmez; mü’min bir alim de
Rabbinin sevmediği bir işi yapmaz.
Hak olarak söylüyorum ki, saykal, kılıcı düzeltip cilaladığı
gibi hikmet de kalbi cilalar, aydınlatır. Hikmet hekimin
kalbinde, ölü topraktaki su gibidir; suyun, ölü toprağı
diriltmesi gibi hikmet de kalbi diriltir. Hikmet hekimin
kalbinde, karanlıktaki bir ışığa benzer ki hekim onun
ışığıyla halk arasında yürür.
Hak olarak söylüyorum ki, dağların tepesinden taş taşımak,
sözünü anlamayan kimseyle konuşmaktan daha iyidir;
(böyle bir adam) taşı, yumuşaması için suya koyan veya
ölüler için yemek yapan kimseye benzer. Ne mutlu gereksiz
sözlerinin önünü, Rabbinin gazabına sebep olacağı korkusuyla
alan, anlayacağı sözden başka bir şey söylemeyen ve ameli
kendisine belirlenmeyinceye kadar da hiç kimsenin sözüne
gıpta etmeyen kişiye. Ne mutlu bilmediğini alimlerden
öğrenen ve öğrendiğini de cahillere öğreten kimseye. Ne
mutlu, alimlere ilimlerinden dolayı saygı gösteren, onlarla
tartışmayan, cahilleri cehaletlerinden dolayı küçük gören,
fakat onları kendisinden kovmayan, onları kendi yanına
çağıran ve bilmedikleri şeyleri onlara öğreten kimseye.
Hak olarak söylüyorum ki, ey Havariler, bugün siz, halk
arasında ölülerin arasındaki diriler gibisiniz; öyleyse (bu)
dirilerin ölümüyle ölmeyin.
Yine Hz. İsa aleyhi’s-selâm, Allah-u Tebareke ve
Teâla’nın şöyle buyurduğunu söylemiştir: Mü’min kulum,
dünyayı kendisinden aldığımda mahzun oluyor; halbuki bu
durumda bana her zamankinden daha sevimli ve daha yakındır.
Dünyada, ona bolluk ve genişlik verdiğimde ise seviniyor;
halbuki bu durumda benim indimde her zamankinden daha
kötüdür ve bu durumda benden daha uzaktır.
Alemlerin Rabbi Allah’a hamd, Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine
salat-u selam olsun.