2- İMAMET, İMAM VE İMAM'IN MAKAMI HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Abdülaziz ibn-i Müslim şöyle diyor: Merv şeh-rinde
Hz.Rıza aleyhi's-selam ile beraber olduğum sırada, bir gün
merkez camiine gittim, halkın imamet hakkında
tartıştıklarını ve birçok farklı görüş ortaya koyduklarını
gördüm. Mevlam Rıza aleyhi's-selam’ın yanına varıp macerayı
kendisine anlattım. İmam hazretleri gülümseyerek şöyle
buyurdular:
Ey Abdülaziz, halk cahil kalıp dinlerinde aldanmışlardır.
Allah Teâla dini Peygamber için kamil etmedikçe ve içinde
her şeyin açıklaması bulunan Kur’an’ı O’na indirip, helal,
haram, hudud, ahkâm ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi
tamamıyla açıklamadıkça Peygamber’in ruhunu almadı. Allah
Teâla şöyle buyurmuştur: "Biz kitapta hiçbir şeyi noksan
bırakmadık."[1]
Allah Teâla, Peygamber’in ömrünün sonlarına doğru Veda
Haccı'ndan dönerken şu ayeti kendilerine nazil etti:
"Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi
tamamladım, size din olarak İslam'ı seçip beğendim."[2]
İmamet meselesi dinin kemalindendir. Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih vefat etmeden önce dininin
nişanelerini ümmetine açıkladı, onların yollarını aydınlattı
ve onları doğru yola hidayet etti, Ali aleyhi's-selam’ı
onlar için önder ve imam tayin etti. Ümmetin ihtiyaç duyduğu
hiçbir şeyi açıklanmamış olarak bırakmadı. Kim Allah'ın,
kendi dinini ikmal etmediğini (noksan bıraktığını)
zannederse, Allah'ın kitabını reddetmiştir ve Allah'ın
kitabını reddeden de kâfirdir. Halk, imametin kadrini ve
ümmet arasındaki yerini biliyor mu ki, imam seçmeleri doğru
olsun?
İmamet öyle bir makam ki, Allah Teâla Hz.İbrahim’i, nübüvvet
ve dostluk (halillik) makamından sonra üçüncü bir makam ve
fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla ismini
yüceltmiştir. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Hani
Rabbin, İbrahim'i bazı kelimelerle denemeden geçirmişti, o
da bunları tam olarak yerine getirmişti (o zaman Allah
İbrahim'e): "Seni şüphesiz, insanlara imam kılacağım."
demişti. (Hz. Halil bu durumdan hoşnut olarak:) "Soyumdan
olanlardan da?" deyince, (Allah): "Zalimler benim ahdime
erişemez." buyurmuştu."[3]
İşte bu ayet zalimlerin imametini kıyamete kadar
reddetmiştir. Derken bu makam ümmetin seçkinlerine mahsus
kılınmıştır. Sonra Allah Teâla imameti, seçkin ve temizlerin
soyunda kılmakla ona değer vermiş ve buyurmuştur ki: "Ona
(İbrahim'e) İshak'ı ve torunu Yakub'u armağan ettik ve
hepsini de salihler kıldık ve onları, kendi emrimizle
(halkı) hidayete yönelten imamlar kıldık ve onlara hayırlı
işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar
bize ibadet edenlerdi."[4]
İbrahim aleyhi's-selam’ın zürriyeti, İslam
Peygamber’ine varıncaya kadar daima bu makamı asırdan asıra
biribirinden miras almıştır. Allah Teâla buyurmuştur ki:
"Doğrusu insanların İbrahim'e en yakın olanları, ona uyanlar
ve bu Peygamber’e iman edenlerdir."[5]
Böylece imamet onlara mahsus kılındı ve Peygamber
salla'llâhu aleyhi ve alih onu Ali aleyhi's-selam'ın
uhdesine bıraktı; ve bu makam onun, Allah'ın kendilerine
ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. Allah
onların hakkında şöyle buyurmuştur: "Kendilerine, ilim ve
iman verilenler ise (kıyamet günü, dünyada ve berzahta bir
saattan fazla eğlenmediklerine dair yemin eden suçlulara
cevap olarak) derler ki: "Andolsun ki siz, Allah'ın
kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar
yaşadınız; işte bu dirilme günüdür; fakat siz
bilmiyorsunuz."[6]
Bu olagelen bir sünnettir; Allah bunu kıyamete dek Peygamber
salla'llâhu aleyhi ve alih'in soyunda karar
kılmıştır. Çünkü Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'den
sonra bir peygamber yoktur. Öyleyse bu cahil insanlar, imamı
kendi reyleriyle nasıl seçebilirler?
İmamet peygamberlerin makamı, vasilerin mirasıdır. İmamet,
Allah'ın ve Resulünün hilafetidir; Emir-ül Mü’minin Ali'nin
makamı, Hasan ve Hüseyin’in hilafetidir.
İmam, dinin ipi, müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve
mü’minlerin izzetidir. İmam, İslam'ın gelişen kökü, yücelen
dalıdır. İmam’la, namaz, zekât, oruç, hac ve cihad kâmil
olur, ganimet ve sadakalar çoğalır, had (şer'i ceza) ve
ahkâm uygulanır, hudut ve sınırlar korunur.
İmam, Allah'ın helalini helal, haramını da haram kılar,
şer'i cezaları uygular, Allah'ın dinini savunur, (halkı)
hikmet, güzel öğüt ve açık delillerle Allah'ın yoluna davet
eder.
İmam, gözlerin göremiyeceği ve ellerin ulaşamayacağı bir
ufukta doğan ve ışınlarını âleme saçan bir güneşe benzer.
İmam, ışık saçan dolunay, parlak kandil, doğan nur,
karanlıklar ortasında hidayet yıldızı, doğru yolu gösteren
kılavuz ve helak olmaktan kurtarıcıdır.
İmam, yüksek tepede yanan bir ateştir. Isınmak isteyene
sıcaklık bahşeder, tehlikeli yerlerde kılavuzdur, ondan
ayrılan helak olur.
İmam, yağmur yağdıran bulut, bol sağnak yağmur, kapsayıcı
gölgesi olan gök, döşenmiş yer, bol suyu olan pınar, selin
bıraktığı göl ve yerden biten yeşilliktir.
İmam, yumuşak huylu emin, şefkatli baba ve ikiz kardeştir.
Küçük yavrusuna iyilik yapan (şefkatli) anne gibidir ve
kulların sığınağıdır.
İmam, Allah'ın, yeryüzündeki ve mahlukatı arasındaki emini,
kullarına hücceti ve şehirlerindeki halifesidir. (Halkı)
Allah'a çağıran ve O'nun belirlediği sınırları savunandır.
İmam, günahlardan tertemiz kılınan, ayıplardan arındırılmış
olan, özelliği ilim, nişanesi hilim olan, dinin düzeni,
müslümanların izzeti, munafıkların öfkesi ve kâfirlerin yok
edicisidir.
İmam, zamanın yeganesidir. Hiçbir kimse onun makamına
ulaşamaz; hiçbir alim onun dengi olamaz. Onun bedeli, misli
ve eşi bulunmaz. Bağışlayan Allah'ın fazlı ile, talep ve
kesbe dayanmaksızın, bütün faziletleri taşır. Durum böyle
iken kim, İmam'ı tanıyabilir veya özelliklerinin özüne
ulaşabilir?
Heyhat, heyhat! İmam'ın makamlarından veya faziletlerinden
birini tarif etmekte akıllar yitmiş, zihinler şaşkınlığa
düşmüş, beyinler hayran kalmış, hatipler aciz kalmış,
şairler yorulmuş, edipler acze düşmüş, fasihler yorulup
güçsüzleşmiş, bilginler susup kalmış, hepsi acz ve
güçsüzlüğünü itiraf etmiştir. Şu halde, onu bütünüyle
anlatmak, olduğu gibi nitelemek nasıl mümkün olur? Kim, onun
yerine geçebilir; ona olan ihtiyacı giderebilir? Bu nasıl
mümkün olur? Oysa İmam, yıldızlar gibi kendisine ulaşmak
iste-yenlerin elinden ve niteleyenlerin nitelemesinden
uzaktır.
Bunlar bu makamın, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih’in
Ehl-i Beyt'inden başkasında bulunacağını mı zannediyorlar?
Andolsun Allah’a, nefisleri onları aldatmış ve onları yanlış
arzulara sevketmiştir. Onlar, sarp ve kaygan olan yüksek bir
yere çıkmak istemişler de, ayakları kayarak uçuruma
yuvarlanmışlardır. Kendi reyleriyle bir imam seçmek
istemişler; oysa İmam seçmek nerde onların işi olabilir?
İmam, cehaletten uzak alim, hile yapmayan yönetici ve
nübüvvet madeni olmalıdır. Nesebiyle ayıplanmamalı ve soy
sop sahibi hiçbir kimse onunla boy ölçüşememeli. Kureyş
kabilesinden, Haşimi soyundan ve Peygamber aile-sinden
olmalı; şereflilere şeref vermelidir. Abdümenaf neslinden
gelmelidir. Coşkun ilime ve kâmil hilme sahip, işleri
yürütebilen, siyaset bilen, riyasete layık, İtaati farz
olan, Allah'ın emrini ayakta tutan ve Allah'ın kullarının
hayrını isteyen biri olmalıdır. Allah, peygamberleri ve
onların vasilerini -Allah’ın salâtı onlara olsun- muvaffak
eder, onları sebatlı kılar, başkalarına vermediği gizli ilim
ve hikmetlerden onlara verir. İlimleri, zamanlarındaki
bilginlerin ilminin üstünde olur. Allah Teâla buyurmuştur
ki:
"Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola
ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmıyan mı? Ne oluyor
size? Nasıl hükmediyorsunuz?"[7]
Talut kıssasında da şöyle buyurmuştur:
"Şüphe yok ki Allah, size onu seçti ve onu bilgi ve vücutta
sizden üstün kıldı. Allah, mülkünü dilediğine verir."[8]
Davud aleyhi's-selam’ın kıssasında da şöyle
buyurmuştur: "Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk
(saltanat) ve hikmet ihsan etti ve ona dilediğinden
öğretti."[9]
Resul'üne de şöyle buyurmuştur: "Allah, sana kitabı ve
hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti ve
Allah'ın senin üzerindeki fazlı (lütuf ve ihsanı) pek
büyüktür."[10]
Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, itreti ve soyundan olan imamlar
hakkında da şöyle buyurmuştur: "Yoksa onlar, Allah'ın
kendi fazlından insanlara (Peygamber Ehl-i Beyt'ine)
verdikleri şeyler için onlara haset mi ediyorlar? Doğrusu
biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük
bir mülk (saltanat) de ihsan ettik. Böylece onlardan kimi,
ona inandı, kimi de ona sırt çevirdi ve çılgın ateş olarak
cehennem onlara yeter."[11]
Allah, bir kulu, kullarının işlerini yönetmek için
seçtiğinde bu iş için onun göğüsünü genişletir, hikmet
çeşmelerini kalbine yerleştirip diline akıtır. Artık bundan
sonra hiçbir sorunun cevabında aciz kalmaz, onda doğrudan
başka bir şey bulunmaz. O daima ilahi tevfik, sebat ve
te'yidden yararlanarak hata ve yanlışlıklardan korunmuş
olur. Allah onu, yaratıklarına hüccet ve kullarına şahid
olması için böyle yapar. Acaba insanlar, böyle bir kimseyi
bulup seçebilirler mi? Ve seçtikleri kimsenin de bu
vasıfları taşıyan olması mümkün olur mu?