İmam Hasan (a.s)'ın Hikmet, Öğüt,
Teşvik, Korkutma, İyiliği Emretme ve Kötülükten
Nehyetme vb. Konularda Babası Hz. Ali (a.s) ve
Başkalarının Sorularına Verdiği Cevaplar[1]
İmam Hasan aleyhi's-selâm'a “Zühd nedir?”
denildi; İmam: "Takvalı olmaya rağbet etmek (ilgi
göstermek) ve dünyaya gönül vermemektir." buyurdu.
“Hilim nedir?”
denilince; "Öfkeyi belirtmeyip yutmak ve ken-dine
hakim olmaktır." buyurdu.
“Doğruluk nedir?”
denilince; "Kötülüğü iyilikle önlemektir." buyurdu.
“Şeref nedir?”
diye sorulduğunda; "Akrabalara iyilik etmek ve
suçlarının malî cezasına (diyete) katlanmaktır."
buyurdu.
“Yiğitlik nedir?”
diye sorulunca; "Sığınmış olan kimseyi (mülteciyi)
savunmak, savaş meydanlarında direnmek ve zor
durumlarda girişken olmaktır." buyurdu.
Ululuk nedir?
denilince; "Darlıkta da olsan ihsanda bulunman ve suçu
affetmendir." buyurdu.
“Mürüvvet nedir?”
diye sorulunca; "Dini korumak, onur ve şahsiyetine
önem vermek, yumuşak davranmak, ihsanda bulunmayı adet
edinmek, hakları eda etmek ve halka sevgi
göstermektir." buyurdu.
“Kerem nedir?”
diye sorulunca; "Muhtaç olan kimsenin isteme-sini
beklemeden ona bağışta bulunmak ve kıtlıkta yemek
vermek-tir." buyurdu.
“Alçaklık nedir?”
denilince; "Titiz olup, küçük kusurları büyük görmek
ve değersiz şeyleri esirgemektir." buyurdu.
“Adilik nedir?”
diye sorulunca; "Cimrilik ve çirkin konuş-maktır."
buyurdu.
“Cömertlik nedir?”
diye sorulunca; "Bolluk ve darlıkta bağışta
bulunmaktır." buyurdu.
“Cimrilik nedir?”
diye sorulduğunda; "Elinde olanı kendine şeref
bilmek, bağışladığını da boşa gitmiş saymaktır."
buyurdu.
“Kardeşlik nedir?”
diye sorulunca; "Zorlukta ve bollukta
yardımlaşmaktır." buyurdu.
“Korkaklık nedir?”
denilince; "Dosta karşı cesur olup, düşman-dan
çekinmektir." buyurdu.
“Zenginlik nedir?”
diye sorulunca; "Az olsa bile, nasip ne ise ona razı
olmaktır." buyurdu.
“Fakirlik nedir?”
diye sorulunca; "Her şeye göz dikmektir." buyurdu.
“Cömertlik nedir?”
diye sorulduğunda; "Kişinin gücü yettiği kadar,
bağışta bulunmasıdır." buyurdu.
“Kerem nedir?”
diye sorulunca; "Darlıkta ve bollukta himaye
etmektir." buyurdu.
“Cesaret nedir?”
diye sorulunca; "(Çekinmeden) rakiplerin karşısında
durmaktır." buyurdu.
“Kahramanlık nedir?”
denilince; "Savaşta direniş göstermek ve güçlü
insanlara karşı koymaktır." buyurdu.
“Zillet nedir?”
diye sorulunca; "Doğru konuşurken korkmaktır."
buyurdu.
“Sertlik nedir?”
diye sorulduğunda; "Kendi hükümdarına ve sana zarar
vermeye gücü yeten kimseye, karşı çıkmaktır." buyurdu.
“Yücelik nedir?”
diye sorulunca; "Güzel işleri yapmak ve kötü işleri
terketmektir." buyurdu.
“Mutkan olmak nedir?”
diye sorduklarında; "Ağır başlı olmak, yöneticilerle
geçinmek ve bütün insanlardan kendini muhafaza
etmektir." buyurdu.
“Şeref nedir?”
diye sorulunca; "Din kardeşiyle uyum sağlamak ve
komşuların (hakkını) riayet etmektir." buyurdu.
“Mahrumiyet nedir?”
diye sorulunca; "Sana sunulan nasibini (hakkını)
almamandır." buyurdu.
“Akılsızlık nedir?”
denilince; "Alçaklara uymak ve sapıklarla arkadaş
olmaktır." buyurdu.
“Konuşmada acizlik nedir?”
diye sorulunca; "Konuşurken sakalla oynamak ve boğazı
çok temizlemektir." buyurdu.
“Şecaat nedir?”
diye sorulunca; "Rakiplerinden çekinmemek ve savaş
alanında dirençli olmaktır." buyurdu.
“Külfet (kişinin kendisi için zorluk çıkarması)
nedir?”
diye sorulunca; "Seni ilgilendirmeyen konularda
konuşmandır." bu-yurdu.
“Aklın azlığı nedir?”
diye sorulduğunda; "Malında ahmaklık yapmak ve
haysiyetini önemsememektir." buyurdu.
“Alçaklık nedir?”
diye sorulunca; "Kişinin kendisini koruması ve
hanımını serbest bırakmasıdır." buyurdu.
HİKMETLİ SÖZLERİ
Ey insanlar! Kim Allah'a karşı ihlaslı olur ve O'nun
sözünü kılavuz edinirse, en doğru olana hidayet olur.
Allah onu olgunluk yolunda muvaffak kılar ve en güzel
akıbete yönlendirir. Allah'a sığınan kimse, emniyette
yaşar ve mahfuz kalır; Allah'ın düşmanı ise
yardımcısız kalır ve daima korku içerisinde olur. Çok
zikir etmekle kendinizi Allah'ın azabından koruyun,
takva yolunu tutarak Allah'tan korkun ve itaatle O’na
yaklaşın. Zira O pek yakın ve duayı kabul edendir.
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kullarım senden beni
sorarlarsa (bilsinler ki) ben, şüphesiz (onlara) pek
yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul
ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana
inansınlar ki doğru yolda yürüyenler olsunlar."[2]
Öyleyse Allah'ın çağrısına icabet ederek O'na iman
edin. Gerçekten Allah'ın yüceliğini bilenin, büyüklük
taslamaması (böbürlenmemesi) gerekir. Çünkü O'nun
yüceliğini bilenlerin yüceliği, O'na karşı tevazu
etmelerindedir. Allah'ın celalini idrak edenlerin
izzeti ise, O'na karşı alçalmaların-dadır. O'nun
kudretini bilenlerin (rahatı ve) selameti ise; O'na
teslim olup kendilerini inkâr etmemeleri ve hidayeti
bulduktan sonra sapmamalarındadır.
Kesin olarak bilin ki, hidayetin ne olduğunu
anlamadıkça takvaya ulaşamazsınız. Kur'an'a sırt
çevirenleri tanımadıkça onun ahdine sarılamazsınız.
Kitabı tahrif[3]
edenleri tanımadıkça da hakkıyla onu okuyamazsınız.
Bunları tanıdığınızda ancak, bid’at ve tekellüflere
(din adına çıkarılan yersiz çetinliklere) vakıf
olursunuz; Allah'a isnat edilen iftiraları ve (O'nun
kitabında yapılan) tahrifleri görürsünüz; helak
olanların da nasıl helake düştüğünü bilirsiniz.
Bilgisizler sizi cehalet uçurumuna düşürmesinler!
Bunu, (Kur'ân'ın ilmini, hak ve batılın teşhisini)
ehlinden isteyin. Çünkü sadece onlar, aydınlatıcı
nurlar ve uyulmaya lâyık olan önderlerdir. İlim
onlarla yaşar ve hayat kazanır. Cehalet de onların
vasıtasıyla yok olup ortadan kalkar. Bunların
hilimleri başkalarının cehaletinden,[4]
hikmetli sözleri susmalarının değerinden, zâhirleri
batınlarından haber verir size. Onlar hakka muhalefet
etmez ve onda ihtilafa da düşmezler. Allah tarafından
onlar hakkında, (geçmiş peygamberler hakkında cari
olduğu gibi) bir sünnet uygu-lanmış ve bir hüküm
geçmiştir. (Yani onların geleceği bir ilahî sünnet ve
hüküm olarak önceki peygamberlere bildirilmiştir.)
Bunda, öğüt alanlar için bir hatırlatma vardır. Bu
sözleri duyarken onu anlamak ve riayet etmek için
kavrayın; nakil ve rivayet etmek için ezberlemeyin.
Çünkü kitabı rivayet edenler çoktur; fakat ona riayet
edenler azdır. Yardım dilenilecek yalnız Allah'tır.
KENDİSİNDEN SORULAN SORULARA VERDİĞİ CEVAPLAR[5]
Muaviye, Rum kayserinin kendisine yönelttiği soruları
Hazret-i Ali aleyhi's-selâm'dan öğrenmek için,
değişik kıyafetli bir adamı Küfe'ye gönderdi. Adam
Kûfe'ye girip, Hazret-i Ali aleyhi's-selâm'ın
huzuruna vardığında, Hazret-i Ali onun yabancı
olduğunu anlayıp, kendisini sorguya çekti. O adam da
durumun neden ibaret olduğunu itiraf etti. Bunun
üzerine Hazret-i Ali aleyhi's-selâm, şöyle
buyurdu:
"Allah ciğer yiyen (Hind)in[6]
oğlunu öldürsün; o ve onunla beraber olanlar ne kadar
da sapıktırlar! Allah onu öldürsün; o bir cariye azat
etti, onunla evlenseydi ne de iyi olurdu! (Islah etmek
adı altında harekete geçti ama, işinin mahiyeti
bozgunculuk ve fesat idi, onun için böyle bir harekete
geçmeseydi daha iyi olurdu.) Benimle bu ümmetin
arasında Allah hükmetsin. Peygamber'le olan
yakınlığıma riayet etmediler, yüce makamımı
küçülttüler ve ömrümü zayi ettiler." Sonra: "Hasan,
Hüseyin ve Muham-med'i yanıma getirin." buyurdu.
Onları çağırdılar (geldiklerinde) İmam
aleyhi's-selâm buyurdu ki: "Ey Şamlı kardeş! Bu
iki çocuk Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in
çocuklarıdır, bu da (Muhammed-i Hanefiyye) benim
oğlumdur. Sorularını dile-diğine sorabilirsin." Şamlı
adam İmam Hasan aleyhi's-selâm'a işaret ederek:
"Buna sormak istiyorum." dedi. Sonra sorularını
sormaya başladı:
"Hak ile batılın arası ne kadardır?
Yer ile göğün arasındaki mesafe ne kadardır?
Doğu ile batının arası ne kadardır?
Ayın yüzündeki leke nedir?
Kavs-i Kuzah (gök kuşağı) nedir?
Samanyolu nedir?
Yeryüzünde yayılan ilk şey nedir?
Yeryüzünde ilk filizlenen şey nedir?
Mü’minlerin ve müşriklerin ruhlarının mesken tuttuğu
(iki) çeşme hangi çeşmelerdir?
Müennes nedir?
Birbirinden daha şiddetli olan on şey nedir?"
İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Ey Şamlı
kardeş! Hak ile batılın arasında dört parmak mesafe
vardır. Gözünle gördüğün haktır; ama kulağınla çok
batıl şeyler duyabilirsin. Gök ile yerin arasındaki
mesafe, mazlumun duası (icabete ulaşıncaya) kadar ve
göz alabildiğincedir. Kim bundan başkasını söylerse
tekzip et. Doğu ile batının arası, güneşin bir gün
boyu (güneş doğduğu andan batıncaya kadar) hareket
ettiği mesafe kadardır. Güneşe bir doğ-duğu sırada
bakarsın, bir de batarken. Bundan başka bir şey
söyle-yen kimseyi yalanla.
Samanyolu, gökdeki kümelerdir ki, Nuh
aleyhi's-selâm'ın zamanında amansızca yağan yağmur
da oradan kaynaklanmıştır.
Kavs-i Kuzah'a gelince; kuzah deme. Çünkü kuzah,
Şeytan anlamındadır; fakat o Allah'ın kavsi ve
boğulmaktan emanda olmanın işaretidir.
Ayın yüzünde görülen lekeye gelince; (İlk önce) ayın
ışığı güneşin ışığı gibiydi, sonra Allah onun ışığını
yok etti. Allah-u Teâla Kur'ân'da buyuruyor ki:
"Sonra gecenin ayetini sildik ve gündüzün ayetini
aydınlatıcı kıldık."[7]
Yeryüzünde ilk yayılan şey Deles (zulmet) vadisiydi.
Yeryüzünde ilk filizlenen şey, hurma ağacıdır.
Mü'minlerin ruhlarının mesken tuttuğu çeşme, "Selma"
çeşme-sidir. Kâfirlerin ruhlarının yerleştiği çeşme
ise "Berehut" çeşme-sidir.
Müennes, erkek veya kadın olduğu belli olmayan
kişidir. Büluğa erinceye kadar beklenilir, kadın
olursa göğsü belirir, erkek olursa sakalı çıkar. Bu
alametler olmadığı takdirde ona, duvara idrar etmesi
söylenilir. Eğer idrarı duvara yetişirse erkektir, ama
eğer de-venin idrarı gibi arkaya akarsa kadındır.
Birbirinden daha şiddetli olan on şey şunlardır:
Allah'ın yarattığı şiddetli şey taştır, taştan daha
şiddetlisi demirdir, demirden daha şiddetli olan
ateştir, ateşten daha şiddetli olan sudur, sudan daha
şiddetli olan buluttur, buluttan daha şiddetli olan
rüzgardır, rüzgardan da şiddetli olan melektir,
melekten de şiddetli olan ölüm meleği (Hazret-i
Azrail)dir, ölüm meleğinden de şiddetli olan ölümdür,
ölümden de şiddetli olan Allah'ın emridir.
Şam'lı adam: "Şehadet ederim ki sen Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'in evladısın ve Ali de onun
vasisidir." dedi. Sonra bu cevapları yazıp
Muaviye'ye götürdü. O da bunu İbn-i Asfer'e (Rum
melikine) gönderdi.[8]
Bu cevaplar Rum melikinin eline ulaşınca; "Şehadet
ederim ki bunlar Muaviye'nin sözü değildir ve bu
sözler ancak nübüvvet madeninden kaynaklanmıştır."
dedi.
İSTİTAAT[9]
HAKKINDAKİ SÖZLERİ
Hasan-i Basri, İmam Hasan-ı Müçteba aleyhi's-selâm'a
şöyle bir mektup yazdı:
“Amma baad (Allah'a hamd, Peygamber'e salat ve
selamdan sonra): Siz Beni Haşim kabilesi engin
sularda yüzen gemisiniz, ışık saçan apaçık
nişanelersiniz ve mü’minlerin, içeri-sinde oturup
kurtuluşa kavuştuğu Nuh aleyhim'us-selâm'ın gemisi
gibisiniz. Ey Resulullah'ın oğlu, kader meselesinde
ihtilaf edip, istitaat konusunda şaşkın kaldığımızda
bu mektubu sana yazdım. Bu konu hakkında kendi
görüşünü ve babalarının aleyhim'us-selâm görüşünü bize
bildir. Çünkü sizin ilminiz Allah'ın ilmindendir. Siz
halka gözetleyicisiniz, Allah da sizlere. Hepsi
birbirinden olan bir nesilsiniz siz; Allah her şeyi
duyan ve bilendir.”
İmam Hasan aleyhi's-selâm cevapta şöyle yazdı:
Bismillahirrahmanirrahim
Mektubun ulaştı, mektubunda bildirdiğin gibi sen ve
senden öncekiler bu hususta şaşkınlıkta olmasaydınız,
sorunun cevabını vermezdim.
Amma baad (Allah'a hamd, Peygamber'e salat ve selamdan
sonra): Kaderin hayrını ve şerrini, Allah'ın bildiğine
inanmayan kimse kâfir olmuştur. Günahları Allah'a
isnat eden (cebre inancı olan) kimse de facirdir.
Allah'a itaat eden, itaat etmeye zorlan-madığı gibi,
O'na isyan eden de O'nu yenik duruma düşüremez. (Ne
kul itaat etmeye mecburdur ve ne de Allah masiyetin
önünü almaktan acizdir.) Yine kulları kendi başına da
bırakmamıştır. Allah onlara verdiği her şeye malik
olduğu gibi, verdiği her güce de kadirdir. (Öyleyse
kulların, mecbur edilmeksizin bir iş yapmaya güçleri
vardır. Fakat güçleri Allah'tandır; kendilerinden
hiçbir şeyleri yoktur.)
Allah onlara, ihtiyar sahibi olduklarından emretmiş
ve nehyet-miştir. Eğer itaat etmek isterlerse onları
engelleyen bir şey yoktur. Eğer günah işlemeye
yönelirlerse, istediği takdirde minnet koyarak günah
işlemelerine engel olur. Engel olmadığı takdirde de
onları günah işlemeye mecbur eden ve zorlayan O
değildir. Çünkü Allah; onlara basiret ve marifet (iyi
ve kötüyü anlama) gücünü vermiş ve onları sakındırmış,
(iyiliğe) emretmiş ve (kötülükten) nehyetmiştir.
Böylece insanlara minnet koymuştur. Onları ne
yaratılıştan, emret-tiklerine itaatkâr yaratarak melek
kılmış ve ne de yasaklarına isyan etmeye mecbur
etmiştir. Apaçık delil ve hüccet Allah'ındır. İstediği
taktirde hepinizi hidayet eder. Hidayet yoluna tabi
olanlara selam olsun.
ÖĞÜT
Biliniz ki, Allah sizi boşuna yaratmadı. Sizi kendi
başınıza bırakacak da değildir. Ecellerinizi yazdı,
maişetlerinizi aranızda paylaştırdı ki, her akıl
sahibi mevkisini tanısın ve bilsin ki, ancak mukadder
olan şeyler kendisine ulaşır ve ondan çevrilen hiçbir
şey ona ulaşmaz. Dünyada geçiminizi sağlayarak
kendisine ibadet etme fırsatı tanıdı size; sizi
şükretmeye teşvik etti; (kendisini) anmayı size farz
kıldı ve size takvayı tavsiye etti. Takvayı rızasının
en son derecesi kıldı. Takva her tövbenin kapısı, her
hikmetin başı ve her amelin şerefidir. Kurtuluşa eren
takva sahipleri, ancak takva saye-sinde kurtuldular.
Allah-u Tebareke ve Teâla buyuruyor ki: "Şüphe yok
ki muttakiler için bir kurtuluş vardır."[10]
Yine buyuruyor ki: "Allah, takva sahiplerini,
kurtuluşlarına sebep olan şeyle kurtarır; onlar, bir
kötülüğe uğramazlar ve mahzun da olmazlar."[11]
Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkup-sakının ve bilin
ki, kim Allah'tan korkup-sakınırsa (takvalı olursa
Allah) ona fitnelerden kurtulabilmesi için bir çıkış
yolu gösterir, doğruya iletir, kemale ermesini
sağlar, delilini (sağlam, açık ve) galip kılar, yüzünü
ağar-tır ve Allah'ın kendilerine nimet verdiği
peygamberler, doğrular, şehidler ve salihlerle beraber
isteklerini yerine getirir; ne iyi arka-daştır onlar!
HUTBE
Bu Hutbeyı, Muâvıye ile Sulh Yaptiktan Sonra
Muâvıye’nın, Bızım Fazıletlerımızı Anlat, Demesı
Üzerıne İrâd Etmıştır
Allah'a hamd-ü sena, resulü Muhammed'e ve Ehl-i
Beyt'ine salat ve selamdan sonra şöyle buyurdu: Beni
tanıyan, kim oldu-ğumu biliyor, ama tanımayan bilsin
ki ben Resulullah'ın oğlu Hasan'ım. Ben, beşir ve
nezir (müjdeleyici ve korkutucu) olan Peygamber'in
oğluyum. Ben, risalet makamına seçilen Mustafa'nın
oğluyum. Ben, meleklerin kendisine salavat gönderdiği
kimsenin oğluyum. Ben, bu ümmetin kendisiyle
şereflendiği kim-senin oğluyum. Ben, Allah tarafından
kendisine Cebrail'in elçi (olarak nazil) olduğu
kimsenin oğluyum.
Ben, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen
Peygamber'in oğluyum. [Allah'ın rahmeti O'na ve O'nun
Ehl-i Beyt'ine olsun.]
Muâviye (İmam Hasan'a karşı olan) düşmanlığını ve
hasedini gizlemeye tahammül edemeyip; "Ey Hasan!
Hurmayı bize tarif et." dedi. İmam
aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Evet, ey Muâviye
rüzgar onu aşılar, güneş şişirir, ay renklendirir,
sıcaklık olgunlaştırır, gece soğutur. Sonra İmam
aleyhi's-selâm önceki sözüne dönerek şöyle devam
etti:
Ben, duası reddolunmayan (müstecab-üd da’ve olan)
kimsenin oğluyum. Ben, Rabbine olan yakınlığı iki yay
kadar ya da daha az olan kimsenin oğluyum. Ben, itaat
edilen şefaatçinin oğluyum. Ben, Mekke ve Mina
oğluyum. Ben, Kureyş'in, kendisine isteme-den boyun
eğdiği kimsenin oğluyum. Ben, uyanlarının saadete
kavuştuğu, yalnız bırakanlarının ise bedbahtlığa
uğradığı kimsenin oğluyum. Ben, bütün yeryüzü kendisi
için temizleyici ve secde yeri kılınan kimsenin
oğluyum. Ben, kendisine ard arda gök haberleri gelen
kimsenin oğluyum. Ben, Allah'ın bütün pislikleri
kendilerin-den gidererek tertemiz kıldığı kimselerin
oğluyum.
Muaviye: "Ey Hasan! Nefsinin seni hilafet arzusuna
sevket-tiğini zannediyorum." dedi.
İmam Hasan aleyhi's-selâm, onun bu sözüne şöyle
karşılık verdi: Yazıklar olsun sana ey Muâviye! Halife
ancak Resulul-lah salla'llâhu aleyhi ve alih'in
sünneti üzerine hareket edip, Allah'ın emrine uyan
kimsedir. Yemin ederim ki, hidayet nişaneleri ve takva
işaretleri bizleriz.
Sen ise ey Muâviye, sünnetleri imha edip bid’atları
ihya eden, Allah'ın kullarını köle ve Allah'ın dinini
oyuncak edinen bir kimse-sin. Kazandığın bunca şan ve
şöhreti Allah değersiz ve sönük kılmıştır. Yaşadığın
geçici bir hayattır, onun veballeri ise sana
kalacaktır.
Ey Muâviye! Andolsun Allah'a ki, O, Cabulka ve Cabulsa
isimlerinde, biri doğuda diğeri de batıda olan iki
şehir yaratmış ve ceddim Resulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih'ten başkasını peygamber olarak
onlara göndermemiştir.
Sonra Muâviye: "Ya Eba Muhammed![12]
Kadir gecesi hakkında bize bilgi ver." dedi; İmam
Hasan, İşte bu gibi şeyleri sor, buyurarak şöyle devam
etti:
"Allah yedi gök ve yedi yer yarattı. Cinleri ve
insanları da "yedi"den yarattı. Kadir gecesini de
(Ramazan ayının) yirmi üçüncü gecesinden yirmi yedinci
gecesine kadar olan geceler arasında araman gerekir."
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm yerinden kalktı.
KISA SÖZLERİ
1- Müşavere eden bir kavim, mutlaka kemale erişir.
2- Nimete şükretmemek alçaklıktır.
3- Evlatlarından birine hitaben buyurdu: Ey oğlum!
Hiçbir kimseyle, onun nerelere girip çıktığını (nereye
gidip geldiğini) öğrenmeden arkadaşlık kurma!
Durumunu iyice araştırıp öğrendiğin, muaşeretinden
hoşlandığın zaman, hatalarını düzeltmek ve zor
durumlarda yardımlaşmak üzere onunla arkadaş ol.
4- Galip bir insan gibi istediğine ulaşmaya çalışma;
yenik bir insan gibi de kadere teslim olma. Zira
Allah'ın fazlını isteyip aramak sünnettendir.
Kazançta aç gözlü olmamak ise iffettendir. Rızıklar
paylaştırılmıştır; ne iffetli olman sana yetişecek
bir rızkın önünü alır, ve ne de ihtiras rızkı
çoğaltır; oysa ihtirasa dayanan bir hareket günahtır.
5- Gerçek yakın (akraba), nesep bakımından uzak olsa
bile muhabbetin yakınlaştırdığı kimsedir ve gerçek
yabancı nesep açısından yakın olsa bile muhabbetin
uzaklaştırdığı kimsedir. Vücuda elden daha yakın bir
şey yoktur, fakat kırıldığı zaman kesilip atılıyor.
6- Kendisi için en iyi durumu seçmeyi Allah'a bırakan
kimse, Allah'ın kendisi için seçmiş olduğu durumdan
başka bir durumu arzulamaz.
7- (Dünyada) ayıplanmaya katlanmak, cehennemin ateşine
tahammül etmekten daha kolaydır.
8- Nimet içerisinde bulunduğunda (Allah'a) şükretmek,
bir musibet gelip çattığında sabırlı olmak, şerri
olmayan bir hayırdır.
9- Hastalıktan iyileşen birine şöyle buyurdu: Allah
seni andı, sen de O'nu an. Günahlarını affetti, sen de
O'na şükret.
10- Muâviye ile sulh ettiği zaman şöyle buyurdu:
Allah'a andolsun ki, bizi Şamlılarla savaşmaktan
alıkoyan ne şüphedir, ne de pişmanlık. Biz geçmişte,
(kendi aramızda olan) sulh, selametlik ve sabır
gücüyle savaşıyorduk. Fakat bu gün aramızdaki sulh ve
selametin yerini düşmanlık, sabrımızın yerini de
tahammülsüzlük almıştır. Sıffin savaşına gittiğinizde
dininiz dünyanızın önündeydi; bu gün ise dünyanız
dininizden öne geçmiştir.
11- Rabbiyle kendisi arasında olan şeyler hakkında,
akıllı davranan bir kimse görmedim.
12- Kendisine, "Sizde azamet vardır."
denildiğinde şöyle buyur-du: Hayır, bende izzet
vardır; Allah buyuruyor ki: "İzzet Allah'ın,
Resulü'nün ve mü'minlerindir."[13]
13- Salih bir kardeşinin (dostunun) vasfında şöyle
buyurdu: O gözümde insanların en büyüklerindendi; onu,
benim gözümde büyüten en önemli şey, onun dünyayı
küçük görmesi idi. O cehaletin sultasına girmemişti.
Sadece yararlı olduğuna inandığı bir şeye el uzatırdı.
Ne şikâyet ederdi, ne kızardı, ne de üzülürdü. Ömrünün
çoğu susmakla geçerdi; ama konuşunca bütün konuşanlara
galip olurdu. Görünüşü zayıftı; ama ciddiyet gelince
(savaş olunca) arslan gibi savaşırdı. Ulemanın yanında
olduğunda dinlemeyi konuşmaktan daha çok severdi.
Fazla konuşmada yenilse bile susmada yenilmezdi.
Yapmadığını söylemezdi; ama iddia etmediği şeyleri de
yapardı. İki yol önüne koyulduğunda hangisinin
Allah'ın emrine daha yakın olduğunu bilmezse,
hangisinin kendi heva ve hevesine daha yakın olduğuna
bakar ve onu yapmazdı. Hiç kimseyi, özür
gösterebileceği bir şey için kınamazdı.
14- Mescide devamlı giden insan şu sekiz hayırdan
birine uğrar: (Faydalanacağı) bir ayet öğrenir,
yararlı bir arkadaş bulur, yeni bir bilgi elde eder,
umulan bir rahmete kavuşur, hidayeti gösterecek veya
aşağılıktan alıkoyacak bir söz öğrenir ve Allah
korkusundan veya utanarak günahları terkeder.
15- Allah-u Teâla, İmam Hasan aleyhi's-selâm'a
bir erkek çocuğu verdiğinde, Kureyş tebrik etmek için
İmam'ın yanına gelip; "Süvari mübarek olsun."
dediler. (Bu tabiri örfleri icabınca çocuğun büyüyüp
yiğit ve şecaatli bir kişi olması için uğur tabiri
olarak kullanırlardı.) İmam; "Bu nasıl bir sözdür?
Belki süvari olmaz piyade olur." buyurdu. Cabir:
"Ey Resulullah'ın toru-nu! (Öyleyse) nasıl diyelim?"
dedi. İmam: "Birinizin bir çocuğu olduğunda ve siz de
onun yanına gittiğinizde şöyle tebrik edin:
"Bağışlayan Allah'a şükret, bu bağış size mübarek
olsun. Allah onu kemal çağına eriştirsin ve hayrından
sizi faydalandırsın."
16- “Mertlik nedir?” diye sorduklarında şöyle
buyurdu: Kişinin dinine düşkün olması, kendi malını
ıslah etmesi (humus ve zekâtını vermesi) ve hakları
eda etmeye koyulmasıdır.
17- En keskin göz, hayrı gören; en güzel işiten kulak,
nasihat-ları dinleyip ondan yararlanan; ve en sağlam
kalp de şüphelerden arınandır.
18- Birisi İmam Hasan'dan kendisine nasihatte
bulunmasını istedi. İmam şöyle buyurdu:
"(Şu şartla sana nasihat ederim ki) sakın beni
övmeyesin; çünkü ben kendimi daha iyi tanıyorum; beni
yalanlamayasın; zira yalanlanan bir kimsenin görüşü
(görüşünü söylemesi) değer taşımaz ve yanımda bir
kimsenin gıybetini etmeyesin." Bunun üzerine; İmam
'dan nasihat isteyen adam: "Bana müsaade
ederseniz, huzurunuzdan ayrılayım." dedi. İmam
da: "İstersen gidebilirsin." buyurdu.
19- İbadet etmek isteyen, onun için temizlenmelidir.
Müstehap ameller, farzları engellerse onları
bırakınız. Yakin, kurtuluşun sığınağıdır. Yolculuğun
uzaklığını hatırlayan ona hazırlanır. Akıllı adam,
kendisine nasihat etmesini isteyen kimseye hile
yapmaz. Öğüdün size ulaşmasını engelleyen, gurur
perdesidir. (Gurur ve bencillik kalkmadıkça öğüt
etkili olmaz.) İlim, öğrenenin mazeretini ortadan
kaldırır. (Zira insan cahil olduğu müddetçe mazeret
gösterebilir; elbette her cahil değil.) Her vakti
biten şahıs, mühlet talep ederken fırsatı olan kişi,
(bunun değerini bilmeyerek) işlerini sonraya
ertelemekle kendini oyalar.
20- Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun. (Kurtuluş
ve saadet) talep edin ve ihtiyarlık çağı ulaşmadan
ciddiyet gösterin. Azap parçaları inmeden ve
lezzetleri yok edici ölüm ulaşmadan önce amel yapmaya
koşun. Zira dünya, nimetlerinin devamı bulun-mayan,
musibetlerinden emin olunmayan, kötülüklerinden
kaçı-nılamayan aldatıcı bir engel ve eğik (güvensiz)
bir dayanaktır.
Ey Allah'ın kulları! İbretlerden öğüt alın ve
geçmişlerin geriye bıraktıkları eserleri ibret kaynağı
edinin. Bunca nimetlerin şükrü için günahlardan uzak
durun ve nasihatlerden yararlanın. Allah'ın yardımcı
ve sığınak, Kur'ân'ın da delil ve dâvâcı, cennetin
sevap, cehennemin de ceza ve işkence olması insana
(öğüt olarak) yeter.
21- Biriniz, bir Müslüman kardeşiyle karşılaştığında
onun alnının nurlu yerinden (secdegâhından) öpsün.
22- İmam Hasan aleyhi's-selâm Fıtır bayramı
günü gülüp oynayan bir grupla karşılaştığında başları
üzerinde durup şöyle buyurdu: "Yüce Allah, Ramazan
ayını mahlukatı için yarış meydanı kılmıştır. Onlar da
itaat vasıtasıyla O'nun rızasına doğru yarışırlar. Bir
grup ileri geçer, mutluluğa kavuşur; diğer bir grup da
geride kalıp mahrumiyete düşer. İyi iş sahiplerinin
sevaba eriştiği, batıla yönelenlerin de ziyana
uğradığı bir günde gülüp oynayanların durumu gerçekten
de hayret vericidir. Allah'a andolsun ki eğer
(gözlerin önündeki) perde kalksaydı, iyi iş yapanları
kendi iyilikleriyle meşgul olduğunu, kötü iş
yapanları da kendi kötü amellerine duçar bulunduğunu
görürdünüz." Sonra İmam aleyhi's-selâm
(onlardan ayrılıp) yoluna devam etti.