22- HELAL MÜLKİYETLER ALTI KISIMDIR
Ganimet, satın alma, miras, hibe, ödünç ve kira mülkiyeti.
İşte bunlar, ister farz olsun, ister müstehap insan için
helal ve câiz olan şeylerdir.
ganİmet ve humusun farz hükümlerİ hakkIndakİ mektubu[1]
Mektubunun muhtevasını anladım. Allah'ın rızasının nerede
olduğunu (humus ve ganimetlerin nerede harcanacağını),
"zilkurba"nın (peygamberin yakınlarının) payının nasıl
esirgenip verilmediğini ve meselenin tümünün izahını
öğrenmek istemişsin. Öyleyse can kulağıyla dinle ve akıl
gözüyle bak; daha sonra kendin bu konu hakkında insafla
hükmet. Çünkü; bu iş, emir ve yasağını bildiren Rabbinin
katında senin için sağlam bir yoldur. Allah bizi ve seni
muvaffak eylesin. Şunu iyi bil ki, hiç bir şey Rabbim ve
Rabbin olan Allah'tan gizli değildir. Rabbin kesinlikle hiç
bir şeyi unutmaz. Kitapta hiç bir şeyi noksan bırakmamıştır;
her şeyi tamamıyla açıklamıştır. Allah-u Teala'nın
(Kur'an'da), mallarını almak konusundaki açıklaması, onların
taksimi hakkındaki açıklamasından daha açık ve sarih
değildir. Çünkü Allah-u Teala, Kur'ân'ın hiçbir yerinde,
harcama yollarını beyan etmeden herhangi bir mal vermeyi
farz kılmamış ve bu ikisini birbirinden de ayırmamıştır...
Bazı mallar değişmeyen paylar olarak belirlenmiştir, bunlar
sabittir ve değişmezler; oysa bazıları bazı isim ve
ünvanlara mahsus kılınmıştır. Söz konusu özelliğin yok
olmasıyla tahsis edilen pay da yok olur. Örneğin yaşlılık
nedeniyle (oruç gibi) bazı hükümler kalkar, fakirin zengin
olması ve yolda kalmış olanın vatanına ulaşmasıyla bunların
payları yok olur. Hac konusundaki tüm te'kitlere ve onu
terkedene yönelik azap vaadine rağmen yol yönünden bir
engelle karşılaşan kimse, engel giderilinceye kadar bu
farzdan dolayı sorumlu tutulmaz.
Allah-u Teala, harcanma yollarını beyan ettiği şeylerin ilki
olan zekât hakkında şöyle buyurmuştur. "Sadakalar
-Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler,
(zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar,
köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlar
içindir."[2]
Allah, zekâtın harcanması gereken yerleri Peygamber'ine
bildirdi ve bu sekiz yerden başka bir yerde
harcanamayacağını açıkladı. Peygamber onu bu yerlerin
herhangi birinde, uygun gördüğü şekilde harcayabilir.
Allah-u Teala, Peygamber ve yakınlarını, sadaka ve malın
kiri olan zekatı almaktan menetmiştir. İşte bunlar zekatın
harcanması ve kullanılması gereken yerleridir.
Savaş ganimetlerine gelince; Resulullah "Bedir" savaşında
şöyle buyurdu: "Kim bir düşmanı öldürürse onun için bu kadar
ödül vardır ve kim bir esir alırsa, onun için de düşmanın
ganimetlerinden şu kadar pay vardır. Çünkü; Allah-u Teala
bana fetih vereceğini ve düşman ordusuna galip geleceğimi
vaat etmiştir.
Allah, müşrikleri yenilgiye uğrattığında ve ganimetler
top-latıldığında Ensardan bir kişi ayağa kalkıp: "Ey
Resulallah, bize müşriklere karşı savaşmayı emrettiniz, bizi
bu işe teşvik ettiniz ve "Kim bir düşmanı öldürür veya
onlardan birisini esir alırsa ona, düşmanın ganimetlerinden
şu kadar ödül vardır" diye söz verdiniz. Ben onlardan iki
kişi öldürdüm. Buna şahidim de vardır. Onlardan birini de
esir aldım. Ey Resulallah, öyleyse verdiğiniz sözü, yerine
getirin." dedikten sonra oturdu.
Daha sonra, Sa'd ibn-i Ubade ayağa kalkarak şöyle dedi:
"Ey Resulallah, bizi düşmanları öldürmekten ve onları esir
almaktan alıkoyan şey, ne düşmandan korkmak oldu, ne de
ahiret sevabına ve dünya ganimetine ilgi göstermemek. Fakat
biz, senden uzaklaşmamızla müşriklerin size saldırmasından
ve yalnız görüp de bir zarar vermelerinden korktuk; eğer
bunların talep ettiği şeyi verirseniz o zaman diğer
Müslümanların eli boş geri dönmesi gerekecek." Sa'd
bunları dedikten sonra oturdu.
Yine Ensardan olan o adam ayağa kalktı ve önceki sözünü
tekrarladı ve oturdu. Böylece her ikisi sözlerini üç defa
tekrarladı. Fakat Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih
yüzünü onlardan çevirdi.
Bu esnada Allah-u Teala şu ayeti indirdi: "Sana savaş
ganimetlerini (enfal) savaşlarını sorarlar..."[3]
Enfal, o gün müslümanların ellerine geçen bütün mallara
verilen kapsamlı bir addır, (fey ismiyle zikrolan) şu ayette
olduğu gibi: "Allah'ın, onların (Beni Nazir
yahudilerinin) mallarından peygamberine verdiği fey'e
gelince..."[NI1] [4]
Yine (ganimet ismiyle zikrolan) şu ayet gibi: "Bilin ki
ganimet olarak ele geçirdiğiniz şeylerin..."[5]
Daha sonra (Enfalla ilgili olan ilk ayette) şöyle
buyurmuştur: "De ki: Enfal Allah'ın ve Resulünündür."[6]
Allah-u Teala, bu ayetle ganimetleri İslam ordusunun
yetkisinden çıkardı. Allah'a ve Resulüne mahsus kıldı. Daha
sonra şöyle buyurdu:
"Öyleyse eğer mü'minlerseniz Allah'tan sakının, aranızı
düzel-tin, Allah'a ve Resulüne itaat edin."[7]
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih Medine'ye
döndüğünde de Allah-u Teala şu ayeti indirdi:
"Bilin ki ganimet olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri,
muhakkak Allah'ın Resulünün, yakınlarının, yetimlerin,
yoksul-ların ve yolda kalmışlarındır. Allah'a ve hak ile
batılın birbirin-den ayrıldığı ve iki ordunun karşı karşıya
geldiği günde kulu-muza indirdiğimize iman ediyorsanız
(ganimeti böyle pay-laşın)."[8]
"Allah'ındır" diye buyurduğu söz, aynen insanların dediği şu
söze benzer: "Bu Allah'ın ve senindir." O maldan Allah için
özel bir pay ayrılmaz. Bu yüzden Resulullah salla’llâhu
aleyhi ve alih aldığı ganimeti beş kısma böldü: Allah'ın
payını, onunla Allah'ın ismini diriltmesi (yüceltmesi) ve
kendisinden sonra da bu payın varislerine intikal etmesi
için kendisi aldı; bir payı Abdulmuttalib'den olan
akrabaları için; bir payı da Müslüman yetimler için; bir
payı da yoksullar için bir kenara ayırdı. Geri kalan diğer
payı da, ticaretten başka bir gayeyle sefere çıkan ve yolda
kalan Müslümanlar için ayırdı. İşte bunlar Bedir savaşı ve
kılıçla ele geçirilen ganimetlerin bölünmesi ile ilgili
olaylardı.
At ve deve koşturmadan (yani savaşmaksızın düşmanın teslim
olmasıyla) alınan ganimetlere gelince; mesela şöyledir:
Muhacirler (Mekke'den) Medine'ye geldiklerinde Ensar
(Medineli Müslümanlar) ev ve mallarının yarısını onlara
bıraktı. Muhacirler o gün yüz kişiye yakın bir cemaatı
oluşturuyorlardı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih
(Medine'nin çevresindeki) "Benî Kurayza ve Benî Nazir"
Yahudilerini mağlup edip mallarını ele geçirdiklerinde şöyle
buyurdu: "Eğer muhacirleri kendi ev ve mallarınızdan
uzaklaştırmak istiyorsanız, bu malları (sadece) onların
arasında taksim edeyim? Ama eğer mal ve evlerinizi (eskisi
gibi yine) onların elinde bırakmak istiyorsanız bu malları
onlarla sizin aranızda taksim edeyim?"
Ensar, Resulullah’a şöyle cevap verdiler: "Bu malları
onlar için taksim ediniz ve hem de bırakınız onlar ev ve
mallarımızda bizimle ortak olsunlar." Bu esnada Allah-u
Teala şu ayeti nazil etti:
"Onlardan
(yani Beni Kurayza ve Benî Nazir Yahudilerinden) Allah'ın
peygamberine verdiği fey'e gelince, ki siz buna karşı
(bunu elde etmek için) ne deve sürdünüz, ne de at."
(Çünkü bu iki grup at ve deve sürmeye gerek duyulmayacak
kadar, Medine'ye yakındı.) "Bu mallar yurtlarından hicret
eden yoksullara aittir; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve
ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resulüne yardım ederlerken
yurtlarından ve mallarından sürü-lüp çıkarılmışlardır. İşte
bunlardır sadıkların tâ kendileri."[9]
Allah-u Teala bu ganimetleri Peygamber salla’llâhu aleyhi
ve alih'le birlikte Medine'ye gelen sadık Kureyşli
muhacirlere tahsis etti. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve
alih'le birlikte yurtlarından hicret eden (Kureyşli
olmayan) diğer Arap muhacirlerini ise: "Mal ve
yurt-larından sürülüp çıkarılanlar" diye buyurarak
istisna etti. Çünkü Kureyş, hicret eden kimselerin mal ve
yerlerine el koyuyordu. Ama diğer Arap kabileleri, hicret
eden kimseler için aynı şeyi yapmıyorlardı.
Sonra Allah-u Teala, kendilerine humus verilen muhacirleri
övmüş ve gerçek imanlarından dolayı da: "Onlar doğru
söyleyenlerdir" yani yalan söyleyenler değillerdir,
diyerek de onları nifaktan beri kılmıştır.
Daha sonra Ensarı da överek onların Muhacirlere karşı
sergi-lediği tavır ve muhabbetlerini, onları kendilerinden
öne geçir-melerini ve Muhacirlere verilen şeylerden dolayı
gönüllerinde bir ihtiyaç (bir rahatsızlık) duymadıklarını
hatırlatarak şöyle buyurmuştur: "Kendilerinden önce o
yurdu (Medine'yi) hazırla-yıp imanı (gönüllerine)
yerleştirenler ise, yurtlarına hicret eden-leri severler ve
onlara verilen şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç
duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile
(kardeşlerini) nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin
cimri ve bencil tutkularından korunursa, işte onlar felah
(kurtuluş) bulanlardır."[10].
Sonradan Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e iman
eden bazı kişiler de vardı ki, Müslümanlar daha önce onları
korkutup mallarını ellerinden almışlardı. İşte bu yüzden
kalpleri Müslümanlara karşı kinle doluydu, Müslümanlıkları
güzel olduğunda (imanları güçlendiğinde), müşrik iken
işledikleri günahlardan dolayı Allah’dan kendileri için
mağfiret dilediler. Kendilerinden önce iman eden kimselere
karşı kalplerinde olan kinin giderilmesini ve kalplerindeki
düğümlerin çözülmesini dileyerek onların kardeşleri oldular.
Allah-u Teala, bu grubu da özel olarak övüp şöyle
buyurmuştur:
"Bir de onlardan (muhacir ve ensardan) sonra gelenler derler
ki: "Rabbimiz, bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan
kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde, iman etmiş olanlara
karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen çok
şefkatlisin ve çok esirgeyicisin."[11]
Daha sonra Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih (bu
ganimetten) Kureyş muhacirlerinin hepsine, ihtiyaçlarını
giderecek miktarda bağışta bulundu. Çünkü, bu mallar humus
hükmüne girmediğinden eşit olarak taksim edilmesi
gerekiyordu. Ensardan olan Sehl ibni Huneyf ve Simak ibn-i
Haraşe (Ebu Dücane) hariç, Kureyş muhacirlerinden başka
kimseye bir şey vermedi; bunlar da çok yoksul olduklarından
dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih kendi
payından onlara bağışta bulundu.
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, at ve deve
sürülmeden ele geçirilen Benî Kurayza ve Benî Nazir'in
mallarından yedi bahçeyi de kendisine ayırdı. Çünkü Fedek
topraklarına ne at sürülmüştü, ne de deve (savaşmaksızın ele
geçirmişlerdi).
Hayber'e gelince; Hayber Medine’ye üç günlük mesafede olan
bir yerin ismidir. Orası Yahudilerindi, at ve deve sürülüp
savaş olduğundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi ve
alih oradaki malları, aynen Bedir ganimetleri gibi
(humus hükmüyle) taksim etti. Allah-u Teala şöyle buyuruyor:
"Allah'ın, o (fethedilen) köylerin mallarından Peygamber'ine
verdiği fey’ Allah'a, Peygamber'e ve yakın akrabalığı
olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir.
Öyle ki (bu mal ve servetler) sizden zengin olanlar arasında
dönüp dolaşan bir devlet (sermaye) olmasın. Peygamber size
ne verirse, artık onu alın ve sizi neden sakındırırsa, artık
ondan da sakının."[12]
Allah-u Teala'nın at ve deve sürülerek (savaş yapılarak)
Peygamber'ine bıraktığı malların harcanma yol ve şekilleri,
işte bundan ibaret idi.
Ali İbn-i Ebi Talib aleyhi's-selâm, bu konuda şöyle
buyurmuştur:
"Biz daima, evveli talim ve sonu Peygamber'e muhalefet
etmekten sakındırmak olan bu ayet gereğince, Şuş ve
Cundişapur şehirlerinin humusu Ömer'in eline ulaşana dek
(humusdan) kendi payımızı alıyorduk. O humus Ömer'e
geldiğinde ben, Abbas ve diğer Müslümanlar onun yanındaydık.
Ömer bize şöyle dedi:
"Humustan daima mal geldi, siz de onu aldınız, artık bugün
ihtiyacınız yoktur (ama) Müslümanlar fakirlik ve yoksulluk
içeri-sindedirler. Öyleyse, Müslümanlara ulaşan ilk
ganimetle hakkınızı edâ edinceye kadar kendi payınızı bize
borç verin."
Ben meseleyi kurcalamadım. Çünkü bu konuda ısrar etseydim,
bundan daha büyük olan bir cevabı, yani Peygamber'imizin
salla’llâhu aleyhi ve alih mirası hakkında ısrar
ettiğimizde bize verdiği cevabın aynısını humus hakkında da
bize vermesi mümkündü (orada mirası inkâr ettiği gibi burada
da humus hükmünü temelden inkâr edecekti). Ama Abbas, ona
şöyle dedi:
"Ey Ömer, hakkımızı ihlâl etme. Çünkü, Allah bunu bizim için
miras hükmünden daha açık bir şekilde ispat etmiştir."
Ömer de cevaben şöyle dedi:
“Siz
Müslümanlara yardım etmeye herkesten daha layıksınız.”
Ömer (Abbas'ı susturmak için) beni vasıta kıldı ve böylece
humusa el koydu. Allah'a andolsun ki, Ömer ölene kadar,
hakkımızı ödeyebilecek bir mal ona gelmedi ve artık biz
ondan sonra humus yüzü görmedik."
Daha sonra Ali aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Allah-u
Teala sadakayı (zekatı) Peygamber'e haram kıldı,
karşılığında ise humusdan ona bir pay ayırdı. Zekatı yalnız
Ehl-i Beyt'ine haram kıldı, kavimlerine değil.
Allah-u Teala Ehl-i Beyt'ten, küçük, büyük, erkek, kadın,
yoksul, hazır olan ve olmayan herkes için (humusdan) bir pay
ayırdı. Onlar Peygamber'in ebedi akrabaları olduğundan
dolayı bu humusu onlara tahsis etti. Allah'a hamd olsun ki,
Peygamber’i bizden ve bizi de ondan kıldı. Resulullah
salla’llâhu aleyhi ve alih humusu, bizden, bizim
antlaştığımız kimselerden ve dostlarımızdan başka bir
kimseye vermemiştir. Çünkü onlar (dostlarımız) da bizdendir.
Resulullah da kendi hakkından, kendisiyle aralarında özel
ilişkiler bulunan bazı insanlara, aralarındaki bağı
güçlendirmek için bağışta bulunuyordu.
Allah-u Teala'nın izah ettiği bu dört çeşit "enfal"ı harcama
yollarını ve bunların harcanması ile ilgili emirlerini
yeterli bir beyan ve açık bir delille, ayrıntılarıyla sana
bildirdim. Bu söylediğim şeyler vahy-i münzelde (Kur'an'da)
bildirilmiş ve mürsel Peygamber salla’llâhu aleyhi ve
alih de onunla amel etmiştir. Öyleyse; kim Allah'ın
kelamını duyup kavradıktan sonra onu tahrif eder veya
değiştirirse günahı ancak kendi üzerine olur. Allah da, o
hususta onu delil ve hüccetlerle yenen düşmanı olur.
Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.
İmam sadIk (a.s)'In kendİsİnİ rIzIk talep etmekten menetmek
maksadIyla yanIna gelen sofularla konuşmasI
Süfyan-i Sevri, İmam Sadık aleyhi's-selâm'ın huzuruna
gelip İmam'ın yumurta beyazı(nı andıran) elbiselerini
görünce: "Bunlar size yakışır elbise değildir" dedi.
İmam aleyhi's-selâm ona cevaben şöyle buyurdu:
Sözümü iyice dinle ve anlamaya çalış, tâ ki öldüğünde sünnet
ve hak üzere ölmüş olasın, bid’at üzere ölmeyesin. Bu senin
dünya ve ahiretin için daha hayırlıdır. Resulullah
salla’llâhu aleyhi ve alih kurak ve sıkıntılı bir
dönemde yaşıyordu. Ama dünya nimetleri bollaşınca, o
nimetlere daha lâyık olan iyilerdir, kötüler değil;
mü'minlerdir, münafıklar değil; Müslümanlardır, kâfirler
değil. Ey Sevri, neyi hoş görmedin, neye itirazın var?
Allah'a andolsun ki, bütün bu gördüklerine rağmen iyiyle
kötüyü tanıdığım günden beri hiç bir sabah veya akşam
geçmemiştir ki Allah'ın, malımda bir hakkı olsun veya onu
belli bir yerde harcamamı emretsin de ben onu o yerde
harcamamış olayım.
(Süfyan-i Sevri bu cevapla yetinip gitti ama) Başka bir gün
zahitlik postuna bürünen ve halkı da kendileri gibi sofuluğa
davet eden bir grup insan, İmam’ın huzuruna gelerek şöyle
dediler:
"Arkadaşımız delilini bilmediğinden dolayı sizinle
tartışmaktan aciz kalmıştır."
İmam aleyhi's-selâm onlara: "Sizin deliliniz varsa
söyleyin" diye buyurdu.
Onlar: "Bizim delilimiz Allah'ın kitabındandır"
dediler.
İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki: "Öyleyse onu beyan
edin. Çünkü Kur'an, tabi olunmaya ve onunla amel edilmeye
her şeyden daha layıktır."
Onlar dediler ki: "Allah-u Teala, Peygamber salla’llâhu
aleyhi ve alih'in ashabından olan bir grup insanın vasfında
şöyle buyuruyor: "Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile
(kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler. Kim,
nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunursa işte onlar,
felah (kurtuluş) bulanlardır."[13]
Bu ayette Allah-u Teala onların amelini övmüştür. Diğer
bir ayette de şöyle buyuruyor: "Kendileri, ona karşı
duydukları sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire
yedirirler."[14]
Biz bu iki ayetle yetiniyoruz."
Yine onlardan biri şöyle dedi: "Biz sizin lezzetli
yemeklerden kaçındığınızı görmedik, bununla birlikte halkın
mallarından faydalanmanız için onlara kendi mallarından el
çekmelerini emrediyorsunuz."
İmam Sadık aleyhi's-selâm ona cevap olarak şöyle
buyurdu:
"Bu boş sözleri bırakın! Ey cemaat, söyleyin bakalım,
Kur'an'ın nasih ve mensuhu, muhkem ve müteşabihi hakkında
bir bilginiz var mı? Bu hususta niceleri yoldan sapmış ve
helak olmuştur.”
Onlar: "Bazısını biliyoruz, hepsini değil." dediler.
İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki:
"Sizin yanlışlığınız işte burdadır. Peygamber salla’llâhu
aleyhi ve alih'in hadisleri de böyledir (onların da
nasih ve mensuhu, muhkem ve müteşabihi vardır).
Başkalarını kendisine tercih etmenin fazileti hakkında
okuduğunuz ayetlere gelince; bu amel asr-ı saadet'te mübah
ve câiz idi, ondan nehyedilmemişti; o amele karşı sevapları
da vardı. Ama Allah-u Teala (sonraları) bunun aksine bir
emir verdi ve onların önceki amelini neshetti. Allah-u
Teala, mü'minlerin haline acıdığından, onların kendilerine
ve ailelerine bir zarar vermemeleri için bu ameli
yasaklamıştır. Çünkü bazen ailede, açlığa tahammül
edemeyecek güçsüz kişiler, küçük çocuklar, yaşlı erkek ve
kadınlar vardır. Bu durumda eğer benim, bir ekmeğim olur ve
onu da sadaka verirsem, bunlar açlıktan telef ve helak
olurlar. İşte bundan dolayı Resulullah salla’llâhu aleyhi
ve alih şöyle buyurmuştur: "Eğer bir insan malik olduğu
beş hurma, beş ekmek, beş dinar veya beş dirhemini infak
etmek istiyorsa, önce anne babaya infak etmesi daha
hayırlıdır; sonra kendisine ve ailesine, sonra yakınlarına
ve mü'min dostlarına, sonra fakir komşularına ve daha sonra
Allah yolunda harcamalıdır. Bu sonuncu kısmın sevabıysa
hepsinden daha azdır."
Yine Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih, bütün
serveti beş veya altı köle olan ve küçük çocukları olmasına
rağmen öldüğünde bunların hepsini azad eden ensardan biri
hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer onun yaptığı bu işi
önceden bana bildirmiş olsaydınız, onu Müslümanların
mezarlığında defnetmenize izin vermezdim. Çünkü, (bu
hareketiyle) geride bıraktığı küçük çocuklarının halka
muhtaç olmasına sebep olmuştur."
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdular:
"Babam, Peygamberin salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle
buyurduğunu haber verdi: "Nafakasını verdiğin kimseyle
(ailen ile) başlayarak yakına, daha sonraki yakına ve
böylece yakınlığı nisbetince diğerlerine öncelik tanı."
Bu konuda sözünüzü reddedecek ve sizi böyle bir tutumdan
sakındıracak kesin bir ayet vardır. Allah-u Teala buyuruyor
ki: "Rahman Allah'ın kulları, öylesine kullardır ki
harcadıkları zaman ne israf ederler ve ne de kısarlar
(harcamaları), ikisinin arasında orta bir yol olur."[15]
Sizin davet ettiğiniz ameli ve israfı, Allah-u Teala’nın
kınadığını görmüyor musunuz? Kur'ân'ın diğer birkaç ayetinde
de şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki Allah, israf
edenleri sevmez."[16]
Allah insanları israf ve kısmaktan sakındırıp onlara, bu
ikisinin arasında orta bir yol izlemeyi emretmiştir. İnsan,
yanında bulunan her şeyi sadaka vermemelidir, verdiği
takdirde Allah’tan rızık istediğinde duâsı kabul olmaz.
Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'den şöyle bir
hadis nakledilmiştir: "Ümmetimden birkaç grubun duası kabul
olmaz:
a) Anne babasına beddua eden kimsenin.
b) (Borç verirken) şahid tutmadığı halde borcunu ödemeyen
borçluya beddua eden kimsenin.
c) Allah'ın, boşama yetkisi verdiği halde hanımına beddua
eden şahsın.
ç) Evinde oturup "Yâ Rabbi bana rızık ver" deyip rızık
peşine gitmeyen adamın. Allah böyle bir adama şöyle der: "Ey
kulum, ailene yük olmaman, salim bedenle rızık elde etmen ve
yeryüzünde, yolculuk yapman için imkan sağlamadım mı? Rızık
peşine gittiğin zaman, istediğimde rızık veririm,
istemediğimde ise kısıp vermem; fakat sen o zaman huzurumda
mazur olursun.
d) Allah'ın verdiği çok malı infak edip sonra Allah'a
yönelip: "Yâ Rabbi bana rızık ver" diyen kimsenin. Allah
böyle bir kimseye şöyle hitap eder: "Sana bol rızık vermedim
mi? Neden emrettiğim şekilde iktisatlı davranmadın ve neden
yasakladığım israftan kaçınmadın?
e) Akrabası hakkında beddua eden kimsenin.
Yine Allah-u Teala Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'e
nasıl infak edeceğini öğretti. Peygamber salla’llâhu
aleyhi ve alih'in yanında bir uvkiye[17]
altın vardı. Onu gece yanında bulundurmaktan hoşlanmadığı
için hepsini sadaka verdi ve geceyi yanında bir şey
bulundurmaksızın sabahladı. Bu arada bir dilenci gelip bir
şey is-tedi. Resulullah'ın yanında ona verecek bir şey
bulunmadığından dilenci Resulullah salla’llâhu aleyhi ve
alih'i kınadı. Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih
şefkatli ve merhametli birisi olduğundan (ona bir şey
veremediğinden) dolayı üzüldü. Allah-u Teala şu ayetle
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'i tedib etti:
"Elini boynuna bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık
tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalırsın."[18]
Yani seni mazur görmezler ve yanında bulunan her şeyi
bağışladığında da mal yönünden zarar görürsün. İşte bu
Kur'an'ın te’yid ve tasdik ettiği Resulullah salla’llâhu
aleyhi ve alih'in hadisleridir; Kur'an'ı da onun ehli,
yani mü'minler tasdik eder.
(Daha sonra İmam Cafer Sadık aleyhi's-selâm onların
saygı duyduğu Ebu Bekr'in tutumunu kanıt getirdi, takva ve
zühd ile meşhur olan Selman ve Ebuzer'in siyerini beyan
etti):
Ebu Bekir öldüğünde ona, "Vasiyet et" dediklerinde
şöyle dedi: "Malımın beşte birini (Allah yolunda
harcamalarını) vasiyet ediyorum; beşte biri de çoktur (az
değil). Çünkü Allah-u Teala da beşte birine razı olmuştur."
Böylece Ebu Bekir malının beşte birini vasiyet etti. Halbuki
Allah-u Teala, malının üçte birini onun yetkisine
bırakmıştı; üçte birini vasiyet etmenin kendisi için hayırlı
olduğunu bilseydi, onu vasiyet ederdi.
Daha sonra fazilet ve zahidlikle tanınmış olan Selman
(raziyellahu anhu) ve Ebuzer (raziyellahu anhu)'e
gelince:
Selman(raziyellahu anhu) Beyt-ul maldan payını
aldığında yıllık azığını götürüp depoluyordu. Selman'a:
"Ey Selman, sen bu zahidliğinle bugün veya yarın öleceğini
bilmediğin halde, yıllık masrafını temin etmeyi nasıl
düşünebiliyorsun?" dediklerinde Selman şöyle dedi:
"Siz neden ölümümden endişe ettiğiniz kadar hayâtıma ümid
etmiyorsunuz? Ey cahiller! Yoksa siz insan nefsinin, geçimi
temin edilmediğinde perişan ve bitkin düşüp sahibine
uymadığını, temin edildiğinde de mutmain olduğunu ve böylece
sükunet bulduğunu bilmiyor musunuz?"
Ebuzer (raziyellahu anhu)'e gelince, onun da sütünden
yararlandığı iki devesi ve iki koyunu vardı; ve bazen de
ailesi et istediğinde veya bir misafir geldiğinde veyahut
su kuyusunun yanı başında onunla yaşayan muhtaç göçebeler
için bir deve veya bir koyun kesip etini onların arasında
taksim ediyordu; onlardan birisinin payı miktarınca bir pay
da kendisi için alıyordu, fazla değil. Bunlardan daha zahid
olan kim var? Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih'in
onların hakkındaki buyurduğu onca sözlerine rağmen işleri
hiç bir şeye sahip olmayacak dereceye varmadı. Ama siz,
insanları bütün varlıklarından geçmeye, başkalarını
kendilerine ve ailelerine tercih etmeye davet ediyorsunuz.
Ey cemaat, biliniz ki ben, babamın babalarından şöyle
rivayet ettiğini duydum: Bir gün Resulullah salla’llâhu
aleyhi ve alih şöyle buyurdu:
"Ben, mü'mine şaşırdığım kadar hiç bir şeye şaşırmadım.
Mü'minin bedeni dünyada makasla doğransa onun hayrınadır;
dünyanın doğu ve batısına malik olsa yine onun hayrınadır.
Allah-u Teala'nın ona yaptığı her şey onun hayrınadır."
Keşke bugün izah ettiğim şeyin sizi etkilediğini bir
bilseydim; yine ilave edeyim mi? Allah-u Teala'nın, işin
evvelinde her mü'minin on müşrik karşısında savaşmasını farz
kıldığını ve onlardan kaçmaya hakları olmadığını bilmiyor
musunuz? O gün kim müşriklere sırt çevirseydi yerini ateşle
hazırlamış olurdu. Daha sonra Allah-u Teala, onlara acıyarak
önceki emrini değiştirdi ve her mü'minin iki müşrik
karşısında savaşmasını farz kılarak işi hafif-letti ve
böylece önceki hükmü neshetmiş oldu.
Söyleyin bakalım; eğer bir adam, ben zahidim hiç bir şeyim
yoktur, diyerek eşinin nafakasını vermez de hakimler onu,
eşinin nafakasını ödemeye mecbur ederlerse, hakimlerin bu
hükmü, o adama zulüm mü sayılır? Eğer, "Bu adaletsiz bir
hükümdür" derseniz, İslam ehline zulüm etmiş olursunuz. Yok
eğer, "adaletli bir hükümdür" diyecek olursanız, o zaman da
kendinizi mahkum etmiş olursunuz. Yine eğer birisi ölüm
anında malının üçte birinden fazlasını fakir ve yoksullara
verilmesini vasiyet ederse ve hakimler üçte birinden
fazlasını kabul etmeyip varislere iade ederlerse, onlar bu
hükümle zulüm mü etmiş olurlar? Yine eğer, bütün insanlar
sizin dediğiniz şekilde zahid olup da başkalarının malından
bir şey almazlarsa, o zaman yemin ve adak keffareti, deve,
koyun, sığır, altın, gümüş, hurma, kuru üzüm ve zekâtı
gerektiren diğer şeylerin zekâtı kime verilir? Eğer mesele
sizin dediğiniz gibi olsaydı, o zaman hiçbir kimsenin dünya
malından bir şey alması doğru olmazdı; kendisi muhtaç olsa
bile o malı başkalarına vermesi gerekirdi. Gittiğiniz yolu
insanlara kabul ettirmeye çalışmanız, Allah'ın kitabına,
Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih'in sünnetine ve
Kur'ân'ın te'yid ettiği hadislere cahil olmanız veya o
hadisleri cehaletinizle reddetmeniz ve Kur'an'ın nasih,
mensuh, muhkem, müteşabih, emir ve nehiy ayetlerinin
tefsirindeki dakik nükteler hususunda düşünmemeniz ne de
kötüdür!
Söyleyin bakalım; Davud oğlu Süleyman aleyhi's-selâm
nasıl bir insandı? Hazret-i Süleyman Allah-u Teala'dan,
kendisinden sonra hiçbir kimseye verilmeyecek bir sultanlık
istedi. Allah-u Teala da, duasını kabul etti ve istediği
şeyi ona bağışladı. Hazret-i Süleyman aleyhi's-selâm,
hakkı söyleyen ve hak ile amel eden bir peygamberdi. Sonra
Allah'ın ve mü'minlerin onu bu isteğinden dolayı
kınadıklarını da görmüyoruz.
Hazret-i Süleyman'dan önce de Hazret-i Davud
aleyhi's-selâm’ın onun gibi bir mülk ve kudreti vardı.
Diğer bir örnek de Hazret-i Yusuf aleyhi's-selâm’dır.
O Mısır hükümdarına şöyle dedi:
"Beni bu yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde bir (yönetici)
kıl. Çünkü ben (bunları) iyi bir koruyucuyum; (yönetim
işlerini de) bilenim."[19]
Mısır'dan Yemen'e kadar olan yerlerin hakimiyeti Hazret-i
Yusuf'un elinde idi. Bu bölgenin insanları, kıtlığa
uğradıklarından dolayı azıklarını, Hazret-i Yusuf'dan te'min
ediyorlardı. Yusuf aleyhi's-selâm da hak söyleyen ve
hak ile amel eden bir peygamberdi. Hiç bir kimsenin bu
işinden dolayı ona itirazda bulunduğunu görmedik.
Nitekim, Zulkarneyn de Allah'ı seven ve Allah'ın da
kendisini sevdiği bir kul idi. Allah, sebep ve vesileleri
onun emrine bıraktı ve onu yeryüzünün doğu ve batısına hakim
kıldı. O da hak söyleyen ve hakla amel eden birisiydi. Daha
sonra hiçbir kimsenin bu amele karşı onu ayıpladığını
görmedik.
Ey cemaat, Allah'ın, mü'minlere olan âdâbıyla edeplenin,
emir ve nehyi ile yetinin; sizin için müphem olan
(bilinmeyen) ve hakkında bir şey bilmediğiniz şeyleri
terkedin. Mükafata erişmeniz ve Allah katında mazur olmanız
için ilmi ehline bırakın. Kur'ân'ın nasih ve mensuhunu,
muhkem ve müteşabihini, helal ve haramını öğrenmeniz için
ilim talep edin. Çünkü, bu amel sizi Allah'a daha çok
yaklaştırdığı gibi cehaletten de bir o kadar uzaklaştırır.
Cehaleti de ehline bırakın. Çünkü cehalet ehli olanlar
çoktur; ilim ehli olanlar ise azdır. Allah-u Teala şöyle
buyuruyor:
"Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır."[20]
İnsanIn yaratIlIşI ve vücudunun terkİbİ hakkIndakİ sözlerİ
İnsan dört tabiat, dört sütun ve dört rükün ile kendisini
tanımalıdır.
Tabiatlar: Kan, safra, hava ve balgamdan ibarettir.
Sütunlar: Akıl ve akıldan kaynaklanan kavrama ve ezberleme
kabiliyetidir.
Rükünler: Nur, ısı, ruh ve sudur. İnsanın şekli onun
tiynetidir (tabiatıdır). İnsan nur ile görür, ısıyla
yiyip-içer, ruh ile hareket eder ve cinsel münasebette
bulunur. Su (ve rutubet) ile de tadılacak şeylerin ve
yemeğin tadını alır. İşte bunlar insan şeklinin yapısıdır.
Eğer insanın aklı nurla desteklenir, teyit olunursa o zaman
insan alim, hafız, zeki, uyanık ve anlayışlı olur. İhlas,
tevhid ve itaatte bulunmakla da nerede olduğunu, nimetlerin
nereden kendisine ulaştığını, niçin dünyaya geldiğini ve
nereye gideceğini anlayacaktır.
Kan insanın vücudunda bazen soğuk, bazen de sıcak olarak
dolaşır. Kan sıcak olduğunda (insan sıcak tabiatlı
olduğunda) insan sarhoş, azgın, neşeli, katil, hırsız,
sevinçli, zinakâr ve kibirli olur. Kan soğuk olduğunda da
gamlı, üzüntülü, boynu bükük, zayıf ve unutkan olur. Bunlar
hastalığa sebep olan etkenlerdir. Bunlar ilk olarak uygun
olmayan bir saatte elverişsiz bir şeyi yiyip içmekle vücuda
gelir ve böylece elemli hastalıklara sebep olur.
İmam Sadık aleyhi's-selâm daha sonra şöyle buyurdu:
İnsanın vücut yapısı şöyledir: İnsan, ısıyla yiyip - içer,
ısıyla çalışır, rüzgarla (hava yardımıyla) işitir, rüzgarla
koklar, suyla yiyecek ve içecekleri tadar, ruhla hareket
eder. Eğer mide ısısı olmasaydı yiyecek ve içecekler bedende
hazm olmazdı. Hava olmasaydı midenin ısısı artmadığı gibi
dışkısı da dışarı çıkmazdı. Ruh olmasaydı geliş-gidiş
(hareket) olmazdı. Suyun soğukluğu olmasaydı, midenin ısısı
insanı yakardı. Işık olmasaydı, insan görüp anlayamazdı.
İnsanın şekli balçıktandır. İnsanın bedenindeki kemik,
yeryüzündeki ağaca benzer; tüy ota, sinir (damarları) ağaç
üzerindeki kabuğa ve kan, yeryüzündeki suya benzer. Susuz
yerin kıvamı olmadığı gibi kansız bedenin de kıvamı olmaz.
Beyin de kanın yağı ve kaymağıdır.
Yine insanın yaratılışında dünya ve ahiret unsurları
birleşmiştir. Allah-u Teala bu iki unsuru terkip ettiğinde
insanın yaşama yeri ister istemez yeryüzü oluvermiş ve
böylece semavî bir unsur olmaktan çıkıp yere inivermiştir.
Allah-u Teala bu iki unsuru birbirinden ayırdığında, yani
ecel geldiğinde ahiret unsuru tekrar göğe dönecektir.
Öyleyse hayât yerde, ölüm ise göktedir (yani ölene kadar
yeryüzünde, öldükten sonra da gökte yaşayacaktır). Çünkü,
ruh ile bedenin arasına ayrılık girerek, ruh ve nur, önceki
ilk kudretlerine dönecek ve beden de dünya unsurundan olduğu
için yeryüzünde bırakılacaktır.
Bedenin bozulmasının sebebi de şudur: Rüzgar (hava), bedenin
suyunu emip balçığı kurutur; balçık da ufalanıp çürür ve
bunların hepsi ilk hakikatlerine (şekillerine) dönerler.
Ruhun hareketi nefisledir; nefsin hareketi ise rüzgarladır
(havayladır). Mü'minin nefsi akılla teyit olan bir nurdur.
Kâfirin nefsi ise, muziplikten kaynaklanan bir ateştir.
Kâfir kendi ateşinin şeklinde (cinsinden)dir. Mü'min de
kendi nurunun şeklindedir. Allah tarafından olan ölüm,
mü'min için rahmet, kâfir için ise azaptır.
Allah-u Teala'nın, iki çeşit cezası vardır: Biri ruhtan,
diğeri ise insanların birbirine musallat olmasından
kaynaklanır. Ruhtan kaynaklanan, hastalık ve fakirliktir.
İnsanların birbirine musallat olmasından kaynaklanan ise,
beladır.
Nitekim, Allah-u Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
"Böylece biz, kazandıkları şeyler (günahlar) yüzünden
zalimlerin bir kısmını bir kısmına musallat ederiz (galip
ederiz)."[21]
Demek ki, ruhun günahının cezası, hastalık ve yoksulluktur.
Bazı insanların bazısına musallat olmasının sonucu ise
intikam almaktır. Bunların hepsi mü'minler için dünyevî bir
cezadır; ama kâfirler için hem bu dünyada ceza var, hem de
ahirette. Bunların tümü, sadece günah sebebiyledir.
Günah şehvetten kaynaklanır; şehvet de mü'minin hata ve
unutkanlığından kaynaklanır veya mecbur ve güçsüz olmasının
neticesinde olur. Kâfir tarafından vuku bulan şeyler ise
kasıt, inkar, tecavüz ve haset sebebiyledir.
Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Kitap ehlinden çoğu
kendi-lerindeki hasetten dolayı sizi, iman ettikten sonra
küfre döndürmek isterler."[22]
bazI hİkmetlİ sözlerİ
Aklı olmayan, ıslah olamaz. İlmi olmayan anlayamaz. Anlayan,
nezaketli olur. Halim ve olgun olan, muzaffer olur. İlim
siperdir. Doğruluk izzettir. Cehalet zillettir. Anlayış
ululuktur. Cömertlik başarıdır. Güzel ahlak, dostluğa yol
açar. Zamanını tanıyana, şüpheler saldırmaz. Sağduyu, zannın
kandilidir. Allah, kendisini tanıyanın dostudur ve O’nu
tanımadığı halde tanıyor gibi görünenin de düşmanıdır.
Akıllı insan, bağışlayıcı olur; cahil ise gaddar. Saygı
görmek istiyorsan, yumuşak davran. Hakir olmak istiyorsan,
haşin ol. Asaletli olanın, kalbi yumuşak olur. Haşin olanın,
kalbi katı olur. Vazifesini yapmada kusur eden, uçuruma
düşer. İşin sonundan endişesi olan, bilmediği şeyde
ihtiyatlı davranmalıdır. Bilmeyerek bir işe teşebbüs eden,
kendi burnunu yere sürter (zillete duçar olur). İlmi
olmayan, anlamaz; anlamayan kurtulmaz; kurtulmayan, kıymetli
olmaz; kıymetli olmayan, ezilir; ezilen, çok kınanır; böyle
olan bir kimseye ise pişmanlık yakışır. Tanınmamaya güç
yetirebilirsen bunu yap. Halkın seni övmemesi sana bir zarar
vermez.
Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm şöyle
buyuruyordu:
"İki kişi hariç, hayatın hiç kimseye hayrı yoktur: 1- Her
gün iyi-liklerini artıran; 2- günahlarını tövbe ile telafi
eden."
Evinden çıkmamaya gücün yetiyorsa bunu yap. Dışarı
çıktığında ise sakın gıybet etme, yalan konuşma, haset etme,
gösteriş yapma, kendini güzel gösterme, dalkavukluk yapma.
Müslümanın inzivaya çekildiği mabedi, nefsini, gözünü,
dilini ve tenasül organını hapsettiği kendi evidir. Kim
kalbiyle Allah'ın nimetini tanırsa, daha şükrünü dilinde
izhar etmeden nimetin artmasını hakketmiş olur.
İmam Sadık aleyhi's-selâm, sonra şöyle buyurdu:
Nice insanlar var ki, Allah'ın kendilerine verdiği nimete
aldanırlar. Nice kimseler var ki, Allah'ın örtüsü
vasıtasıyla helak olmaya doğru ilerlerler. Nice kişiler var
ki, halkın övmesiyle kendilerini kaybederler.
Üç kimse hariç bizleri hakkıyla tanıyan kimseler için
kurtuluş ümid ediyorum: Zalim sultanla birlikte olan, heva
ve hevese uyan ve açıkça günah işleyen fasık.
Sevgi, korkudan üstündür. Allah'a andolsun ki, dünyayı seven
ve bizden başkasına tabi olan kimse, Allah'ı sevmemiştir.
Kim bizleri hakkıyla tanır ve bizi severse, mutlaka Allah'ı
sever. Daima kuyruk ol, baş olma.
Resulullah şöyle buyurmuştur: "Korkan kimsenin dili tutulur
(ağzına gelen her şeyi söylemez.)"
kısa sözlerİ
1- Kim insanlarla arasındaki ihtilafında onlara hak verirse,
başkaları hakkında hakem olmasına rizayet gösterilir.
2- Zaman zulüm dönemi, ehli de hain olursa, herkese itimat
etmek acizlik olur.
3- Belalar peş-peşe geldiğinde afiyet (ve kurtuluş) zamanı
ulaşır.
4- Dostunun samimiyetini öğrenmek istersen, onu öfkelendir;
dostluğu sabit kalırsa dostundur, aksi takdirde dostun
değildir.
5- Hiç kimseyi üç defa öfkelendirmedikçe dostluğunu bir şey
sayma.
6- Dostuna tam güvenme (bütün sırlarını ona açıp söyleme.)
Çünkü güvenme sonucu düşmenin, telafisi zor olmaz.
7- İslam bir derecedir; iman da İslam'ın üzerinde bir
derecedir; yakin de imanın üzerinde bir derecedir; insanlara
yakinden daha az bir şey verilmemiştir.
8- Dağları harekete geçirmek, kalpleri harekete geçirmekten
daha kolaydır.
9- İman kalptedir, yakin ise ilhamlardır.
10- Dünyaya ilgi göstermek gam ve üzüntü doğurur. Dünyaya
ilgisizlik kalp ve bedenin rahatlığına sebep olur.
11- Kiralanan ev ve alınan ekmek, geçim için gerekli olan
harcamadandır.
12- İmam aleyhi's-selâm, birbirleriyle tartışan iki
kişiye şöyle buyurdu:
Biliniz ki zulmeden, hayra kavuşmaz. İnsanlara kötülük yapan
kimse, aynı şeyle karşılaşırsa, onu çirkin görmemelidir.
13- Dostlarla ilişki, vatanda onları ziyaret etmekle,
gurbette ise mektuplaşmakla olur.
14- Mü'min ancak üç şeyle ıslah olur: Dinde bilgi sahibi
olmak, güzel tedbirli olmak ve zorluklara karşı sabretmek.
15- Mü'mini, tenasül organı mağlup etmez; karnı da zillete
sevketmez.
16- Yirmi yıllık arkadaşlık akrabalıktır.
17- İyilik, ancak asaletli ve dindar kimseye uygundur. İhsan
ve iyiliğin kadrini bilip teşekkür eden çok azdır.
18- Sadece öğüt alan mü'min ve öğrenen cahil iyiliğe
emredilip kötülükten sakındırılır. Ama kırbaç ve kılıç
sahibi olan kimse değil. (Çünkü emir ve nehiy onu zulüm
yapmaktan alıkoymak için yeterli değildir.)
19- Ancak üç haslete sahip olan kimse iyiliğe emredip
kötülükten sakındırabilir: Emir ve nehiy ettiği şeyi bilen,
emir ve nehiy ettiği şeyde adil olan (haddi aşmayan), emir
ve nehiy ettiği şeyde yumuşak davranan.
20- Kim zalim sultandan bir şey talep eder de ondan
kendisine bir bela ulaşırsa, o belaya karşılık, kendisine
bir sevap verilmeyeceği gibi, ona karşı sabretme nimeti de
kendisinden esirgenir.
21- Allah bazı kavimlere nimet verir; şükretmeyince o
nimetler kendileri için azap olur. Bazı kavimleri de
musibetlere duçar kılar; sabredince o musibetler kendilerine
nimet olur.
22- İnsanlarla yaşama ve muaşeretin düzene girmesinin üçte
iki-si, zeka ve üçte biri de görmezlikten gelmeye bağlıdır.
23- Zayıftan intikam almak, ne de kötüdür.
24- İmam aleyhi's-selâm'a: “Mertlik nedir?”
diye sorduklarında: "Allah'ın nehyettiği yerde seni
görmemesi ve emrettiği yerde de seni kaybetmemesidir."
buyurdu.
25- Sana iyilikte bulunan ve ihsan eden kimseye, teşekkür
et. Sana teşekkür eden kimseye de, bağışta bulun. Çünkü
nimet, şükretmekle yok olmayacağı gibi nankörlükle de baki
kalmaz. Şükretmek nimetin çoğalmasına sebep olur ve insanı
fakirlikten korur.
26- İhtiyacın karşılanmaması, ehli olmayan kimseden
istemekten daha hayırlıdır. Musibetten daha çetini, ondan
dolayı kötü ahlaklı (ve tahammülsüz) olmaktır.
27- Bir adam İmam'dan kendisini dünya ve ahiret hayrına
ulaştırabilecek kısa bir düstur öğretmesini istedi. İmam
aleyhi's-selâm: "Yalan konuşma" diye buyurdu.
28- “Belagat nedir?” dediklerinde şöyle buyurdu: Kim
bir şeyi iyi bilirse onun hakkında az konuşur. (Çünkü, uzun
uzadıya konuşmak meseleyi, iyice kavramamaktan ileri gelir.)
Bir kimseye belagatlı[23]
denilmesinin sebebi de, kolay bir ifadeyle maksadını
anlatabilmesindendir.
29- Borç, geceleri üzüntü kaynağı, gündüzleri ise zillet
vesilesidir.
30- Dünya işlerin düzeldiğinde, dininden kork.
31- Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik
etsinler. Halkın hanımlarına karşı iffetli davranın ki,
hanımlarınız da iffetli olsunlar.
32- Kim hain birisinin yanına bir emanet bırakırsa, Allah
onu korumaya kefil değildir.
33- İmam Sadık aleyhi's-selâm Humran ibn-i A'yen'e
şöyle buyurdu:
"Ey Humran, kendinden aşağı olanlara bak; üstün olanlara
değil. Çünkü; bu amel, kısmete razı olmak ve nimetin
çoğalmasına müstahak olmak için daha uygundur. Bil ki, daima
yakin ile yapılan az amel, Allah indinde, yakinsiz yapılan
çok amelden daha üstündür. Yine bil ki, haramlardan
kaçınmaktan, mü'minlere eziyet etmemekten ve gıybetlerini
yapmamaktan daha faydalı bir verâ güzel huydan daha tatlı
bir hayât yeterli gelen az şeye kanaat etmekten daha yararlı
bir mal ve bencillikten de daha zararlı bir cehalet yoktur.
34- Hayâ iki çeşittir: Biri zaaf ve güçsüzlükten; diğeri ise
kuvvet, İslam ve imandandır. (Soru sormama ve konuşmama gibi
utangaçlıktan kaynaklanan hayâ ve çekingenlik, zaaf ve
noksanlıktır. Ama haramları işlemek hususunda çekingen
olmak, şeref ve imanın kuvvetli oluşundandır.)
35- Başkalarının haklarına riayet etmemek aşağılılıktır; bu
amel insanı (özür dilemek için) yalan konuşmaya mecbur eder.
36- Toplumdan bir kişinin selam vermesi, o toplum için
yeterlidir. Onlardan bir kişinin cevap vermesi de yine aynı
şekildedir.
37- Selam vermek müstehaptır; almak ise farzdır.
38- Kim selam vermeden önce konuşursa, cevabını vermeyin.
39- Yerliyle en mükemmel selamlaşmak, el vermekdir; yolcuyla
en mükemmel selamlaşmak ise görüşmektir.
40- Birbirinizle tokalaşın. Çünkü tokalaşmak kini yok eder.
41- Az da olsa, Allah’tan çekinin. Kendinizle Allah arasında
ince de olsa, bir perde bırakın.
42- Kim öfke, tamah, korku ve şehvet halinde nefsine hakim
olursa, Allah onun bedenine cehennem ateşini haram kılar.
43- Afiyet, hafif bir nimettir. Var olduğunda unutulur, yok
olduğunda ise anılır.
44- Allah, genişlikte ihsanıyla, darlıkta ise (günahlardan)
temizlemeyle nimet verir.
45- Allah'ın, kuluna, onun ümit bile etmediği yerden verdiği
nice nimetleri vardır. Arzuları bekledikleri yerde değil de
başka yerde olan nice insanlar vardır. İhmalkârlıktan
dolayı, kendi payına ulaşmayan ve kendi ayağıyla yokluğa
koşan nice insanlar vardır.
46- Her belaya sabır, her nimete şükür ve her zorluğa çözüm
yolu hazırlamayan kimse, âciz kimsedir. Başına gelen her
bela ve sıkıntıya karşı, ister evlad hakkında, ister mal
hakkında olsun sabırlı ol. Allah, şükür ve sabrını imtihan
etmek için (bazen) kendi emanet ve bağışını geri alır.
47- Her şeyin bir haddi vardır. "Yakinin haddi nedir?"
diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm, "Hiç bir
şeyden korkmamaktır" buyurdular.
48- Mü'min, şu sekiz özelliğe sahip olmalıdır: Buhranda ağır
başlı, belada sabırlı, varlıkta şükredici, Allah'ın verdiği
rızka kanaat eden, düşmana (bile) haksızlık etmeyen,
dostlara yük olmayan, çalışıp zorluğa katlanan, insanlara
zararı olmayan.
49- Mü'minin dostu ilim, yardımcısı olgunluk ve hilim,
ordusunun komutanı sabır, kardeşi halkla iyi geçinme, babası
ise yumuşaklıktır.
50- Ebu Ubeyde, İmam aleyhi's-selâm'a: "Benim
rızkımı kulların elinde kılmaması için Allah'a dua edin"
dediğinde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Allah-u Teala bunu senin hakkında yapmaz. Çünkü kulların
rızıklarını, birbirlerinin eliyle vermektedir. Fakat
Allah'a, rızkını iyi kullarının elinde kılması için dua et.
Çünkü bunun kendisi bir saadettir; dua et ki rızkını kötü
kulların elinde kılmasın. Çünkü bu şekavet ve
bedbahtlıktır."
51- Körü körüne amel eden kimse, doğru yolda yürümeyen
kimseye benzer. Süratle gidişi, onu hedefinden
uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
52- "Allah’tan gerektiği şekilde korkun."[NI2] [24]
ayetinin tefsiri hakkında şöyle buyurdular:
Gerekli takva, insanların günah işlemeyip Allah'a itaat
etmeleri; O'nu unutmayıp anmaları; ve O'na nankörlük etmeyip
şükretmeleridir.
53- Allah'ı tanıyan, O'ndan korkar. O'ndan korkan, cömertçe
dünyayı bırakır.
54- Allah'tan gerçekten korkan kimse, korkusunun kendisine
konuşacak bir dil bırakmadığı kimsedir.
55- İmam aleyhi's-selâm'a: "Bazıları günah
işleyip, biz Allah'ın rahmetine ümitliyiz derler; ölene
kadar da işleri budur" dediklerinde, şöyle buyurdular:
"Bunlar, arzularla avunan kimselerdir; yalan söylüyorlar,
ümitleri yoktur. Çünkü bir şeye ümit eden, onu talep eder;
bir şeyden korkan da ondan kaçar."
56- Biz bilgin, anlayışlı, fakih, halim, halkla iyi
geçinebilen, doğru konuşan, sabırlı, vefâlı ve akıllı
kimseyi severiz. Allah-u Teala peygamberleri güzel ahlakla
seçkin kılmıştır. Kimde bu güzel hasletler olursa, Allah'a
şükretmelidir. Kimde olmazsa, Al-lah'a yalvarıp yakarmakla
onu talep etmelidir. "Güzel hasletler nedir?" diye
sorduklarında şöyle buyurdular:
Verâ, kanaat, sabır, şükür, olgunluk, hayâ, cömertlik,
şecaat, gayret, doğru konuşmak, iyilik, emaneti sahibine
vermek, yakin, güzel ahlak ve yiğitliktir.
57- İmanın en sağlam kulplarından biri, Allah için sevmek,
Allah için nefret etmek, Allah için vermek ve Allah için
esirgemektir.
58- Ölümden sonra da insan için sevap yazılması ancak üç
yolla mümkündür: Hayâtında, ölümünden sonra da devam edecek
bir sadaka-i cariye geriye bırakması, kendisinden sonra,
kendisiyle amel edilecek bir sünnet-i hasene (güzel bir
adet) bırakması ve kendisine dua edecek salih bir evlat
yetiştirmesi.
59- Namaz için abdest alan bir kimse, yalan konuşursa
abdesti bozulur. Nitekim, yalan konuşmak orucu da bozar.
Birisi: "Biz yalan konuşuyoruz, öyleyse orucumuz batıl mı
oluyor?" dediğinde İmam aleyhi's-selâm şöyle
buyurdu:
Saçma yalanlar değil, ancak Allah'a, Peygamber'e ve
İmamlar'a isnaden söylenen yalan orucu bozar. Sonra da şöyle
buyurdu:
Oruç tutmak, sadece yemek ve içmekten sakınmak değildir.
Hazret-i Meryem aleyha’s selâm şöyle buyurdu: "Ben
Rahman olan Allah için oruç adamışım."[25]
Yani "Susmak orucu." Öyleyse, dillerinizi koruyun,
gözlerinizi yumun (namahreme bakmayın), haset etmeyin,
münakaşa yapmayın. Ateşin, odunu yaktığı gibi, haset de
imanı yakar.
60- Biri, kendi vehmince Allah'a bilmediği şeyi öğretmeye
kalkışırsa (yani, Allah adına yalan konuşur ve O'na iftira
ederse) Allah'ın arşı sarsılır.
61- Allah biliyor ki günah, mü'min için kendini beğenmekten
daha hayırlıdır. Eğer böyle olmasaydı Allah, hiç bir mü'mini
günahlara duçar etmezdi.
62- Ahlakı kötü olan kimse, kendi eliyle
cezalandırılmaktadır.
63- İyilik, kendi ismi gibi iyidir. İyilikten, sevabı hariç
daha üstün bir şey yoktur. İyilik, Allah'ın kuluna verdiği
bir hediyedir. Her iyilik yapmak isteyen iyilik yapamaz;
gücü yeten herkes de buna muvaffak olamaz. Allah bir kula
lütufta bulunmak isterse ona iyilik yapma isteğini, gücünü
ve muvaffakiyetini verir. İşte burada, iyilik yapmak isteyen
için saadet ve yücelik tamamlanır.
64- Sevilen şeyi şükür gibi artıran, sevilmeyen şeyi de
sabır gibi azaltan hiç bir şey yoktur.
65- Şeytan'ın kadın ve öfkeden daha güçlü bir askeri yoktur.
66- Dünya, mü'minin zindanı, sabır siperi ve cennet
meskenidir. Dünya kâfirin cenneti, kabir zindanı, cehennem
ise yurdudur.
67- Allah, ölüme yakin etmek gibi, şekke benzeyen bir yakin
yaratmamıştır.
68- Halkın günahlarını araştıran ve kendi günahlarını unutan
bir kul gördüğünüzde, bilin ki (Allah'ın) tuzağına duçar
olmuştur.
69- Yemek yiyip şükreden kimsenin mükafatı, oruç tutup
mükafat dileyen kimsenin mükafatı gibidir. Rahatlıkta olup
şükreden kimsenin sevabı da, sıkıntıya düşüp sabreden
kimsenin mükafatı gibidir.
70- İlmi olmayanı mutlu saymak, sevgi ve muhabbeti olmayanı
övmek mümkün değildir. Sabırlı olmayan kimse de kamil
sayılmaz. Ulemayı kınamaktan ve onlara dil uzatmaktan
kaçınmayan kimse için, dünya ve ahiret hayrı ümit edilmez.
Akıllı adam, sözüne güvenilmesi için doğru konuşan ve
nimetin çoğalmasını hakketmesi için de şükreden olmalıdır.
71- Denediğin haini emin bilmemelisin, emin bildiğin kimseyi
de suçlamamalısın.
72- İmam'a "Allah katında halkın en değerlisi kimdir?"
diye sorduklarında: "Allah'ı daha çok anan ve O'na daha çok
itaat eden kimsedir." diye buyurdu.
"Allah nezdinde halkın daha çok buğzedileni kimdir?"
diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm: "Allah'ı
suçlayan kimsedir." diye buyurdu.
"Allah'ı suçlayan kimse de var mıdır?"
dediklerinde de: "Evet, vardır" dedi. "Mesela, Allah’tan
hayır dileyen bir kimse, kendisine sevmediği bir şey
vasıtasıyla hayır verilince öfkelenir; işte onun bu
öfkelenmesi Allah'ı suçlamasıdır."
"Başkası da var mıdır?"
dediklerinde İmam aleyhi's-selâm: "Allah’tan şikayet
eden kimsedir." buyurdu.
"Allah’tan şikayet eden kimse var mıdır?"
dediklerinde de İmam aleyhi's-selâm, "Evet vardır."
dedi, "Örneğin, sıkıntıya düştüğünde, sıkıntısından daha
fazla halkın yanında yakınıp sızlanan kimsedir."
"Başka kim vardır?"
dediklerinde İmam aleyhi's-selâm: "Kendisine bir şey
verildiğinde şükretmeyen ve sıkıntıya düştüğünde de
sabretmeyen kimse" diye buyurdular.
"Öyleyse, Allah indinde en değerli kimdir?"
dediler. İmam aleyhi's-selâm: "Kendisine bir şey
verildiğinde şükreden ve sıkıntıya düştüğünde sabreden
kimsedir" diye cevap verdiler.
73- Çabuk usanıp bıkan (çabuk inciyip sabırsızlanan)
kimsenin dostu ve kıskanç kimsenin de muhtaç olmadığı durum
olmaz (sürekli muhtaçtır). Hikmette çok düşünmek, aklı
kemale eriştirir.
74- Allah’tan korkmak, yeterli bir ilimdir. O'na karşı olmak
ise tam bir cehalettir.
75- En iyi ibadet, Allah'ı tanımak ve O'na tevazu etmektir.
76- Bir alim, bin abid, bin zahid ve bütün gücüyle çalışan
(ilimsiz) bin kişiden daha üstündür.
77- Her şeyin bir zekatı vardır; ilmin zekatı da onu ehline
öğretmektir.
78- Kadılar, dört kısımdır: Üç kısmı cehennemde, bir kısmı
da cennettedir:
a) Bilerek, haksız yere hüküm veren kimse, cehennemdedir.
b) Bilmeyerek haksız yere hüküm veren kimse cehennemdedir.
c) Bilmeyerek hakka hüküm veren kimse cehennemdedir.
ç) Bilerek hakka hüküm veren kimse ise cennettedir.
79- "Adil kimdir?" diye sorduklarında: İmam
aleyhi's-selâm: “Haramlardan gözünü, günahlardan dilini,
zulümlerden elini koruyan kimsedir" buyurdu.
80- Allah'ın kullara bildirmediği bir görev (mükellefiyet),
kullara ulaşmadıkça onlardan kaldırılmıştır.
81- İmam aleyhi's-selâm Davud-u Rikki'ye şöyle
buyurdu: Elini dirseğe kadar ejderhanın ağzına sokman, eli
dünya malına yeni ulaşan kimseden bir şey istemenden daha
hayırlıdır.
82- İhtiyaçların karşılanması Allah'ın elindedir. Sebepleri
ise, hacetlerin elleriyle giderildiği kullardır. Öyleyse,
Allah'ın yerine getirdiği ihtiyaçları şükretmekle kabul
edin. Vermediği şeyi de yine hoşnutluk, teslim ve sabırla
kabul edin. Belki de bu (mahrumiyet), sizin için daha
hayırlıdır. Allah salahınızı sizden daha iyi bilir, ama siz
bilmezsiniz.
83- İnsan’ın insandan bir şey istemesi isteyen şahıs için
çetin bir imtihan vesilesidir. Çünkü o kimse verirse,
vermeyen kimseye teşekkür eder. Vermeyip de reddederse,
esirgemeyen kimseyi kınar. (Gerçek bağışlayanın da
esirgeyenin de Allah olduğunu ve kulun sadece bir vesile
olduğunu unutur.)
84- Allah-u Teala, her türlü hayrı, kolaylık göstermekte
kılmıştır.
85- Alçak insanlarla oturup kalkmaktan sakın. Çünkü, alçak
insanlarla oturup kalkmak insanı hayra götürmez.
86- Bazen insan, küçük bir zilletten dolayı sabırsızlık eder
ve kendisini büyük bir zillete düşürür.
87- İnsan için en yararlı olan şey başkaları söylemeden önce
kendi ayıbını görmesidir. Her şeyden daha zor, fakirliği
gizlemektir. Her şeyden daha faydasız, öğüt kabul etmeyene
öğüt vermek ve ihtiraslı adamla komşu olmaktır. En iyi
huzur, halktan bir şey beklememektir. Sabırsız ve
tahammülsüz olma! Senden üstün olan muhalif kimselere
tahammül etmekle nefsini kontrol et. Çünkü, ona muhalefet
etmemekle, onun meziyet ve üstünlüğünü itiraf etmiş olursun.
Başkalarını kendisinden üstün görmeyen kimse bencil
insandır. Bil ki, Allah karşısında küçülmeyen kimsenin,
izzeti olmadığı gibi Allah için tevazu etmeyen kimsenin de
yüceliği olmaz.
88- Yüzük takmak, sünnettir.
89- Bana en sevgili olan kardeşim, kusurlarımı bana hediye
eden (hatırlatan) kimsedir.
90- Dostluk, ancak haddi aşamamakla gerçekleşir. Kim bu had
ve şartların hepsine veya bunlardan bazısına riayet ederse,
gerçek bir dost olur. Aksi takdirde, böyle bir kimsenin
dostluğunu dostluk sayma.
Bu hadlerin birincisi, içte ve dışta sana karşı aynı
olmasıdır. İkincisi, senin ziynetini (iyiliğini), kendi
ziyneti ve senin kötülüğünü de kendi kötülüğü bilmesidir.
Üçüncüsü, bir makam veya servete ulaştığında, sana karşı
durum ve tavrının değişmemesidir. Dördüncüsü, gücü yettiği
bir şeyi senden esirgememesidir. Bu hasletlerin hepsinden
kapsamlı ve üstün olan beşincisi de, musibet ve sıkıntılarda
seni yalnız bırakmamasıdır.
91- İnsanlarla iyi geçinmek ve onlara karşı iyi muamelede
bulunmak aklın üçte biridir.
92- Mü'minin gülüşü, gülümsemektir (kahkaha değil).
93- Emaneti haine vermekle onu zayi edene (başı boş birine)
vermek, bana göre aynıdır. (Çünkü her ikisi de onu yok
eder).
94- İmam aleyhi's-selâm Mufazzal'a şöyle buyurdu:
"Sana altı haslet tavsiye ediyorum; onları Şialarımıza
ulaştırmalısın." Mufazzal: "Onlar nelerdir?"
dediğinde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
Emaneti sahibine teslim et.
Kendin için sevdiğin şeyi kardeşin için de sev.
Bil ki, her işin bir sonu vardır; öyleyse sonuçlardan kork.
İşlerde beklenmedik hadiseler vardır; öyleyse ihtiyatlı ol.
Çıkışı kolay, inişi zor olan dağa çıkmaktan (gidişi kolay,
dönüşü zor olan bir yoldan) sakın.
Yerine getirilmesi senin elinde olmayan bir iş konusunda
dostuna söz verme.
95- Allah üç şeyde, hiç bir kimse için ruhsat tanımamıştır:
İster iyi olsunlar, ister kötü anne ve babaya, iyilikte
bulunmak. İster iyi adamla olsun, ister facir adamla,
yaptığın ahde vefâ etmek. Emaneti, ister iyi insan olsun,
isterse kötü sahibine iade etmek.
96- Ben, acınılması hak olan üç kimseye acırım: Zillete
düşen azize, yoksul olan zengine, ailesi ve cahiller
tarafından tahkir edilen alime.
97- Dünyaya gönül kaptıran, onun şu üç zararına uğrar:
Tükenmeyen gam, gerçekleşmeyecek arzu, ulaşılmayacak ümit.
98- Mü'min, yalan ve hıyaneti ahlak edinmez. Münafıkta da şu
iki haslet bir arada olmaz: Güzel vakâr ve sünneti anlamak.
99- İnsanlar, bir tarağın dişleri gibi eşittirler. İnsan,
dostları vesilesiyle çok sayılır. Kendisine tanıdığı hakkı,
sana tanımayan arkadaşta hayır yoktur.
100- Fıkıh (İslam ahkamını anlamak) imanın, hilim fıkhın,
halkla iyi geçinmek olgunluğun, yumuşaklık da iyi geçinmenin
ve kolaylık göstermek de yumuşaklığın ziynetidir.
101- Üç kez öfkelendiği halde sana kötü söz söylemeyen
dostu, kaybetme!
102- Bir zaman gelir ki, samimi arkadaş ve helal paradan
daha nadir hiç bir şey bulunmaz.
103- Suçlanacak yerde duran kimse kendisine kötü zanda
bulunan kimseyi kınamamalıdır. Sırrını saklayan kimsenin
yetkisi, daima kendi elinde olur. İki kişiyi geçen her söz
ifşa olur. Kardeşinin yaptığını iyiye yorumla. Sözüne iyi
bir tevil bulduğun müddetçe onu kötüye yorumlama. Dürüst
olan kardeşleri, elden kaçırma; çünkü onlar, varlıkta azık,
belada ise siperdirler. Allah’tan korkan kimselerle istişare
et. Kardeşlerini takvaları miktarınca sev. Kötü kadınlardan
çekin; iyilerinden de kork. (Kadınlar) sizi iyi işe
emrederlerse, kötü işte size meyletmemeleri için onlara
muhalefet edin.
104- Münafık, Allah ve Resul’ünden bir söz naklettiğinde
yalan söyler. Onlara söz verdiğinde sözünde durmaz. Yönetici
olduğunda, Allah'ın kendi malında, Allah'a ve Resulüne
hiyanet eder.
Allah-u Teala buyuruyor ki: "Böylece, Allah'a verdikleri
sözü tutmadıklarından ve yalan söylediklerinden dolayı
kendisine kavuşacakları güne kadar yüreklerine münafıklığı
ilga etti."[26]
Yine buyuruyor ki: "Eğer sana hainlik etmek isterlerse
bilsinler ki daha önce Allah'a hainlik etmişlerdi. böylece O
da (bozguna uğramaları için) sana imkan vermişti. O Allah,
her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir."[27]
105- İnsanı teşhir edecek bir elbise giymek veya bir hayvana
binmek, horluk açısından insana yeter. "İnsanı teşhir
edecek hayvan nedir?" diye sorduklarında İmam
aleyhi's-selâm "Alaca renkli hayvandır" diye buyurdu.
106- Sizlerden hiç biri, halkın en uzak olanını Allah için
sevmediği ve en yakın olanına da Allah için öfkelenmediği
sürece imanın hakikatine ulaşamaz.
107- Allah kime bir nimet verir, o da kalbiyle onu tanırsa
ve kendisine nimet verenin Allah olduğunu bilirse, diliyle
şükretmese dahi o nimetin şükrünü yerine getirmiş olur.
Günahkârları cezalandıranın Allah olduğunu bilen kimse,
diliyle istiğfar etmese bile mağfiret dilemiş olur.
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şu ayeti okudu:
"İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi
hesaba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır
ve Allah'ın her şeye gücü yeter."[28]
108- Helak edici iki sıfattan kaçının: Kendi görüşünüzle
halka fetva vermekten ve bilmediğiniz bir şeyi dinden
saymaktan.
109- İmam aleyhi's-selâm Ebu Basir'e şöyle buyurdu:
Ey Eba Muhammed, halkın dinini (akidelerini) araştırma ki,
dostsuz kalırsın.
110- (Kur'an'ın emrettiği) güzel af, suçundan dolayı
diğerini cezalandırmamandır. Güzel sabır da şikayetsiz olan
sabırdır.
111- Dört haslet kimde olursa, tepeden tırnağa günahlara
bulaşmış olsa bile mü'min sayılır: Doğruluk, hayâ, güzel huy
ve şükretmek.[29]
112- Korkulu ve ümitli olmadıkça mü'min olamazsın. Korktuğun
ve ümit ettiğin şey için amel etmedikçe de korkulu ve ümitli
olamazsın.
113- İman, ne güzel görünmekledir, ne de arzu etmekle. İman,
kalpte halis olan şeyden ve amelin onu tasdik etmesinden
ibarettir.
114- İnsan otuz yaşına ayak bastığında kâmildir; kırk yaşına
ayak bastığında da ihtiyardır.
115- İnsanlar tevhid hakkında üç kısımdır: Allah'ın
birliğine inancı olan, Allah'ı inkar eden ve Allah'ı bir
şeye benzeten. Allah'ı inkar eden batıl üzeredir. Allah'ın
varlığına inanan hak üzeredir. Allah'ın varlığını bir şeye
benzeten ise müşriktir.
116- İman, ikrar (dile getirmek), amel ve niyettir. İslam da
ikrar ve ameldir.
117- Kendinle dostun arasındaki edep ve nezaket kurallarını
tamamiyle yok etme; ondan az da olsa bir miktarını koru.
Çünkü; edebin yok olması hayânın yok olmasıdır. Edebin
kalması ise dostluğun devam etmesini sağlar.
118- Dostunu öfkelendiren, onunla dost olmaktan mahrum
kalır. Dostunu üzenin de saygınlığı yok olur.
119- Adamın biri İmam'a "Siz Akik vadisinin (Medine
şehrinin yakınlarından geçen bir ırmağın adı) kenarında
yalnız kalıp yalnızlığı tercih etmişsiniz; neden?" diye
sordu.
İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Eğer yalnızlığın
tadını bilseydin kendinden bile kaçardın." Daha sonra şöyle
buyurdu: “Kulun yalnızlıktan elde ettiği en az yarar, halk
ile geçinmek zorluğuna katlanmaktan rahatlamasıdır.
120- Allah kulun yüzüne ihtirastan iki kapıyı açmadıkça,
dünya-dan bir kapıyı açmaz.
121- Mü'min dünyada gariptir. Dünyada horlanmaya karşı
sabırsızlık göstermez; dünya üstünlüğü hususunda onun ehli
ile rekabet etmez.
122- "Huzurun yolu nedir?" diye sorduklarında İmam
aleyhi's-selâm "Heva ve hevese aykırı davranmaktır" diye
buyurdu. "Böyle yapan insan, ne zaman rahatlığa
kavuşabilir?" dediklerinde de İmam aleyhi's-selâm:
"Cennete girdiği günden itibaren" diye cevap verdiler.
123- Allah-u Teala kesinlikle ağırbaşlılığı, fıkhı (din
ilmini) ve güzel huyu münafık veya fasık adamda toplamaz.
124- Suyun tadı hayâttır (herşey suyla diridir). Ekmeğin
tadı kuvvettir. Bedenin zaafı ve kuvveti, böbreklerin
yağının azalıp çoğalmasından ileri gelir. Aklın merkezi
beyindir. Sertlik ve merhamet kalptedir.
125- Haset iki çeşittir: Biri fitne çıkarır; diğeri ise
gaflet getirir. Gaflet getiren haset, Allah'ın, "Ben
yeryüzünde mutlaka bir halife kılacağım" buyurduğunda
meleklerin dediği şu söze benzer: "Orada bozgunculuk
edecek ve kan dökecek birini mi halife kılacaksın? Biz, Sana
hamde ile tesbih edip ve seni takdis etmekteyiz."[30]
Yani bu halifeyi bizim cinsimizden kıl demek isti-yorlardı.
Onların bu sözü fitne hasedinden ve (Allah'ın kelamını) red
ve inkar etmekten kaynaklanmıyordu. Fitne çıkaran haset ise,
insanı küfre ve şirke götürür. İşte bu haset Allah'ın emrini
reddeden ve Adem'e secde etmekten sakınan Şeytan'ın
hasedidir.
126- İnsanlar Allah'ın kudreti hususunda üç gruba
ayrılırlar: Bazıları işlerin kendilerine bırakıldığını
sanırlar (Allah'a ihtiyaç duymaksızın, kendilerini her işe
kadir görürler.) Bunlar Allah'ın kudretini zayıf sayan ve
helak olan kimselerdirler. Bazıları Allah'ın, kullarını
günah işlemeye mecbur ettiğini ve güçleri olmayan bir şeye
onları mükellef kıldığını zannederler. Bunlar bu
yargılarıyla Allah'a zulüm (iftira) etmişler ve helak
ehlidirler. Bazıları da Al-lah'ın, kullarını sadece güçleri
olan şeye mükellef kıldığına ve güçleri olmayan şeye
mükellef kılmadığına inanırlar. Bunlar iyilik yaptıklarında
Allah'a şükrederler, günah işlediklerinde de mağfiret
dilerler. İşte bunlar olgun Müslümanlardır.
127- Acele ve hızlı yürümek, mü'minin ağırbaşlılığını
giderdiği gibi, onun nurunu da söndürür.
128- Allah-u Teala, haksızlık yapan zengini sevmez.
129- Öfke hekimin (bilinç sahibinin) kalbini mahveder.
Öfkesine hakim olmayan, aklına da hakim olmaz.
130- Fuzayl ibn-i Ayaz şöyle diyor: İmam Sadık
aleyhi's-selâm, bana: "Şahih" kimdir, biliyor musun?
diye sordu. Ben de: "Şahih" cimri adamdır" dedim.
İmam aleyhi's-selâm buyurdu ki: Hayır, "Şühh"
cimrilikten daha şiddetlidir. Cimri, kendi elindeki malı
esirger. Ama "Şahih" hem halkın elinde olan malı esirger,
hem de kendi elinde olan malı; öyle ki, halkın elinde olan
helal ve haram malların hepsinin kendi malı olmasını arzu
eder; asla doymaz ve Allah'ın verdiği rızıktan faydalanmaz.
131- Cimri, haram yoldan mal kazanan ve onu yerinde
harcamayan kimsedir.
132- İmam aleyhi's-selâm şiilerden birine şöyle
buyurdu: Niçin kardeşin senden şikayet ediyor? O adam:
"Haklarımı ondan istediğim için." dediğinde, İmam
aleyhi's-selâm öfkeli bir halde oturup şöyle buyurdu:
Eğer bütün hakkını ondan almış olsan (o zaman) kötü iş
yapmış olmaz mısın? Allah'ın, bir grup hakkında: "Onlar
kötü hesaptan korkarlar." buyurduğunu bilmiyor musun?
Bunlar Allah'ın kendilerine zulüm edeceğinden mi
korkuyorlar? Hayır; Allah'ın, kendi hakkını tamamiyle
onlardan istemesinden korkuyorlar. Allah bunu, kötü hesap
olarak adlandırmıştır. Öyleyse kim hakkını tamamiyle isterse
kötülük yapmıştır.
133- Haram (yol)dan çok kazanmak rızkın bereketini yok eder.
134- Kötü ahlak, yoksulluk getirir.
135- İman, İslam'dan bir derece yüksektir. Takva da imandan
bir derece yüksektir. İmanın bütün dereceleri
birbirindendir. (İhtilafları olmasına rağmen imanın aslında
ortaktırlar). Bazen mü'minin ağzından, Allah'ın karşılığında
ateş vaadi vermediği bazı günahlar çıkabilir. Nitekim
Allah-u Teala şöyle buyuruyor: "Eğer menedildiğiniz büyük
günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızdan geçeriz ve
sizi yüce bir makama ulaştırırız."[31]
Bazen de güzel konuşan bir mü'minin, günaha daha çok duçar
olması mümkündür. Her durumda, ikisi de (derece
farklılığıyla) mü'mindir. Yakin de takvadan bir derece
yüksektir. İnsanlar arasında ya-kinden daha güçlü bir şey
taksim edilmemiştir. İnsanlardan bazısının yakini, hepsi de
mü'min olmakla beraber, bazısından daha güçlüdür. Bazısının
musibete, fakirliğe, hastalığa ve korkuya (emniyetsizliğe)
karşı sabrı, bazısından daha fazladır. İşte bunların hepsi
yakinden kaynaklanır.
136- Zenginlikle izzet dolaşırlar, tevekkülün bulunduğu yere
ulaştıklarında, orada yerleşirler. (yani izzet ve zenginlik
tevekkül sayesindedir).
137- Güzel huy, dinden olduğu gibi rızkı da çoğaltır.
138- İki çeşit ahlak vardır: Biri niyetle gerçekleşen
(ihtiyari olan), diğeri ise tabii olan ahlak. "Hangisi
daha üstündür?" diye sorduklarında; İmam
aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Niyetle olan ahlak daha
üstündür. Çünkü, tabii ahlak sahibi, bu karakter üzere
yaratılmıştır; başka türlüsüne gücü yetmez. Niyete (ihtiyarî
ahlaka) sahip olan kişi, ise zorluk ve sıkıntılarda
kendisini güzel ahlaka uymaya, itaata zorlar. Dolayısıyla,
ihtiyarî ahlak daha üstündür.
139- İyi insanlar birbirleriyle karşılaştıklarında
muhabbetlerini dile getirmeseler bile, kalpleri o kadar
çabuk birbirine ısınır ve birbirleriyle kaynaşır ki, yağmur
suyu ile ırmak sularının birbirine karışmasını andırır.
Günahkârlar birbirleriyle görüştüklerinde, dostluklarını
dile getirseler bile, kalplerinin birbirine uzaklığı uzun
süre bir ahırda birlikte ot yemiş, ama şefkat ve merhametten
yoksun olan hayvanların birbirlerine olan uzaklığına benzer.
140- Kerim ve cömert, malını Allah'ın buyurduğu yerde
harcayan kimsedir.
141- Ey iman ehli ve sırların yeri! Siz, gafillerin gaflet
vaktinde, tefekkür ve zikir ile meşgul olun.
142- Mufazzal ibn-i Ömer şöyle diyor: İmam Sadık
aleyhi's-selâm'a "Haseb (aile şerefi) neyledir?"
diye sordum. İmam aleyhi's-selâm, "Mal iledir"
buyurdu. "Kerem ne iledir?" diye sordum. İmam
aleyhi's-selâm "Takvayladır" buyurdu. "Şeref ve
efendilik ne iledir?" diye sordum: “Cömertlikledir...
Hatem-i Taî’nin makam yönünden kavminin en üstünü olmamasına
rağmen onların efendisi olduğunu görmüyor musunuz?
143- Yiğitlik iki çeşittir: Vatan yiğitliği ve sefer
yiğitliği. Vatandaki yiğitlik, Kur'an okumak, camide hazır
bulunmak, hayır ehli ile beraber olmak ve fıkhi konular
üzerinde düşünmektir. Sefer yiğitliği de azığı bağışlamak,
Allah'ı gazaplandırmayacak derecede şaka yapmak, arkadaşlara
karşı fazla muhalefet etmemek ve ayrıldıktan sonra da
yolculuktaki olayları (her yerde) anlatmamak.
144- İmam aleyhi's-selâm ashabından birine şöyle
buyurdular: Bil ki, Hazret-i Ali aleyhi's-selâm'ı
kılıçla öldüren kimse, bana bir emanet verir veya benden
nasihat ister veya benimle istişarede bulunur ve ben de
kabul edersem, emaneti kendisine iade ederim (nasihat ve
istişarede de ona hiyanet etmem).
145- Süfyan şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm'a
"İnsanın kendisini övmesi caiz midir?" diye sordum,
İmam şöyle buyurdu: "Evet, mecbur olursa sakıncası yoktur.
Yusuf’un (Mısır'ın Aziz’ine) dediği şu sözü duymamış mısın?
"Beni ülkenin hazinelerine memur et, şüphe yok ki ben,
onları iyi korurum ve ne yapacağımı bilirim."[32]
Salih kul (Hazreti Hud) da şöyle buyurdu: "Ben size
nasihat edecek emin birisiyim."[33]
146- Allah-u Teala, Davud aleyhi's-selâm'a şöyle
vahyetti: Ya Davud, sen de irade ediyorsun, ben de; benim
irademle yetinirsen dilediğin şey hakkında seni yeterli
kılarım. Fakat sadece kendi irade ettiğin şeyi dilersen (o
zaman) dilediğin şey hakkında seni zorluğa düşürürüm;
sonunda da yine benim irade ettiğim olur.
147- Muhammed ibn-i Kays şöyle diyor: İmam Sadık
aleyhi's-selâm'a: "Batıl ehlinden olup birbirlerine
karşı cephe alan iki gruba silah satayım mı?" diye
sorduğumda İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
Zırh, kalkan, miğfer vb. gibi canı korumaya vesile olan
şeyleri sat.
148- Hacca, Umre'ye, sadakaya ve cihada; hıyanet, haksızlık,
hırsızlık ve riya karışmamalıdır.
149- Allah, dünyayı sevdiği ve sevmediği herkese verir. Ama
imanı sadece kullarından seçkin olanlara verir.
150- İnsanları, içlerinde kendisinden daha bilgili birisi
olduğu halde kendine davet eden kimse bid’at ehli ve sapığın
tâ kendisidir.
151- "Lokman'ın vasiyetlerinde ne gibi sözler vardı?"
diye soranın cevabında İmam Sadık aleyhi's-selâm
şöyle buyurdu: Lokman'ın sözlerinde acaib şeyler vardı;
hepsinden daha acaib olanı oğluna tavsiyede bulunduğu şu
sözlerdir: "(Bütün) Cin ve insanların ibadet ve itaatı ile
Allah'ın huzuruna çıkacak olsan dahi yine de muhtemel
günahlarından seni azaplandıracağından dolayı kork; (bütün)
insanların ve cinlerin günahlarıyla O’nun huzuruna çıksan
bile yine de umudunu O’ndan kesme (ümitli ol)."
Daha sonra İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu.
Kalbinde iki nur bulunmayan hiç bir mü'min yoktur. Bu
nurlar; korku ve umut nurudur. Bunlardan hangisi ölçülse
diğerinden fazla gelmez.
152- Ebu Basir şöyle diyor: İmam Sadık aleyhi's-selâm'a,
"İman nedir?" diye sorduğumda: "Allah’a, inanmak ve
O'na karşı günah işlememektir." buyurdu.
"İslam nedir?"
diye sorduğumda, şöyle buyurdu: (Müslüman,) bizim gibi
ibadet eden ve bizim gibi (İslam kanunlarına uygun olarak)
hayvan kesen kimsedir. Kim hidayet edici bir söz söyler,
halk da onunla amel ederse, o sözü söyleyen, onunla amel
eden kimse gibi sevap alır. Yine kim saptırıcı bir söz
söyler ve halk da onunla amel ederse, o sözü söyleyenin,
onunla amel eden kimsenin günahı kadar günahı olur.
153- "Hıristiyanlar, Hazret-i İsa'nın doğum gecesinin
Aralık ayının yirmi dördüne rastladığını söylüyorlar."
dediklerinde İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Yalan söylüyorlar; Hz. İsa alehi's-selâm’ın doğum
gecesi Haziran'ın ortasıdır. Mart ayının ortasında ise gece
ve gündüz eşit olur.
154- Hazret-i İsmail Hazret-i İshak'tan beş yaş büyüktür,
kurban edilen de İsmail aleyhi's-selâm idi. Hazret-i
İbrahim'in şöyle dediğini görmüyor musun? "Rabbim bana
temiz kişilerden olan bir oğul ihsan et."[34]
Böylece Hazret-i İbrahim Allah'ın kendisine salih bir oğul
vermesini diledi. Sâffat suresinin 100. ayetinde şöyle
buyuruyor: "Derken biz de ona tedbirle hareket eden ve
aceleci olmayan bir oğul vereceğimizi müjdeledik.". Yani
İsmail'i. (Kurban olayını naklettikten) sonra da şöyle
buyuruyor: "Ona temiz kişilerden ve peygamber olan
İshak'ı müjdeledik."[35]
Öyleyse kim İshak'ın İsmail'den büyük olduğunu sanırsa,
Allah'ın nazil ettiği Kur'an'ı yalanlamış olur.
155- Dört şey peygamberlerin (Allah'ın selamı onlara
olsun) ahlakındandır: İyilik, cömertlik, musibetlere
karşı sabretmek ve mü'minin hakkını gözetmek.
156- Sabredebildiğin ve onununla da Allah'ın sevabına lâyık
olduğun musibeti, musibet sayma. Sabretmemekle sabrın
mükâfat ve sevabından mahrum kalınan musibet, (gerçek
anlamda) musibettir.
157- Yeryüzünde Allah-u Teala'nın, dünya ve ahiret
ihtiyaç-larında kendilerine sığınılan bazı kulları vardır.
Bunlar gerçekten de mü'minlerdir ve kıyamet gününde de güven
içerisinde olacak kimselerdir. İyi bilin ki, Allah katında
en sevgili kul, fakir mü'mine geçiminde yardımcı olan,
mü'minlere yardımda bulunan, onlara yararlı olan ve kötü
şeyleri onlardan uzaklaştıran kimsedir.
158- Sıla-i rahim ve iyilik, hesabı kolaylaştırdığı gibi,
insanı günahlardan da alıkoyar. Öyleyse selam vermek ve
selamın cevabını almakla da olsa kardeşlerinizle akrabalık
ilişkilerinizi koruyun ve onlara iyilik edin.
159- Süfyan-ı Sevri şöyle diyor: "İmam Sadık
aleyhi's-selâm'ın huzuruna varıp: "Bana sizden sonra
sarılacağım (amel edeceğim) bir vasiyette bulunun." diye
arzettim.
İmam Sadık aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Ey Süfyan, amel edecek misin?" buyurdu.
Ben: "Evet, ey Resulullah'ın kızının torunu, amel
edeceğim." dedim.
İmam Sadık aleyhi's-selâm buyurdular ki:
"Ey Süfyan, yalancının yiğitliği, kıskancın rahatlığı,
sultanların kardeşliği, mütekebbirin dostluğu ve kötü
ahlaklının da efendiliği olmaz." İmam aleyhi's-selâm
bunları buyurduktan sonra sustu.
"Ey Resulullah'ın kızının torunu, biraz daha nasihat edin."
dedim.
İmam buyurdu ki:
"Ey Süfyan, arif olman için Allah'a güven. Zengin olman için
kısmete razı ol. İmanının artması için halkın sana
davrandığı gibi, onlara davran. Günahkârla dost olma. Çünkü,
kötü işlerinden sana da öğretir. İşlerinde Allah’tan korkan
kimselerle istişare et." İmam aleyhi's-selâm bunları
buyurduktan sonra yine sustu.
"Ey Peygamber'in kızının torunu, biraz daha nasihat edin."
dedim.
İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Ey Süfyan, kim kudretsiz izzet, arkadaşsız çokluk ve malsız
heybet istiyorsa, günah zilletinden itaat izzetine
geçmelidir." İmam aleyhi's-selâm, bunları buyurduktan
sonra yine sustu.
"Ey Peygamber'in kızının torunu, biraz daha nasihat edin"
dedim.
İmam aleyhi's-selâm buyurdular ki:
Ey Süfyan, babam bana üç tane öğütte bulundu ve üç şeyden de
sakındırdı. Buyurduğu üç öğüt şunlardır: "Ey oğlum, kötü
arkadaşla arkadaş olan salim kalmaz. Sözüne dikkat etmeyen
pişman olur. Kötü yerlere giren suçlanır."
Ey Resulullah'ın kızının torunu, seni sakındırdığı üç şey
ne-lerdir?
diye sorunca İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
“Babam beni, nimete haset eden, başa gelen musibete gülen ve
söz taşıyan kimseyle arkadaş olmaktan sakındırdı.”
160- Şu altı şey mü'minde olmaz: Zorluk çıkarmak, hayırsız
olmak, haset etmek, inat, yalan ve zulüm.
161- Mü'min, daima iki korku arasındadır: Biri Allah'ın ne
yapacağını bilmediği geçmiş günahlarından dolayıdır; diğeri
de geriye kalan ömründe hangi tehlikelere düşeceğini
bilmediğinden dolayıdır. Öyleyse mü'min korkarak sabahlar
korkarak da akşamlar; onu ancak korku ıslah eder. (Çünkü
korku olmazsa insan çekinmeden günah işler.)
162- Kim az rızka razı olursa Allah, onun az amelini kabul
eder. Kim az olan helal rızka, rıza gösterirse onun gideri
az, kazancı ise pâk ve bereketli olur; âcizlik ve
çaresizlikten de kurtulur.
163- Süfyan-i Sevri şöyle diyor:
İmam Sadık aleyhi's-selâm'ın huzuruna varıp, "Ey
Resulullah'ın torunu nasılsınız?" diye sordum.
İmam Sadık aleyhi's-selâm "Vallahi üzgünüm, kalbim
meşguldur." diye buyurdu.
"Sizi üzen ve kalbinizi meşgul eden şey nedir?"
diye sorduğumda şöyle buyurdu:
"Ey Sevri, Allah'ın saf ve halis dini, kimin kalbine
yerleşirse onu diğer şeylerden alıkoyar. Ey Sevri, dünya
nedir ve ne olabilir? Dünya, yediğin lokma veya giydiğin
elbise veya bindiğin merkepten başka bir şey midir?
Mü'minler dünyaya gönül kaptırmadıkları gibi ahiretin
ansızın gelmesinden de güven içeri-sinde olmazlar. Dünya
evi, zeval evidir (geçicidir), ahiret evi ise sebat evidir.
Dünya ehli, gaflet ehlidir. Takva ehli, bütün insanlardan
gideri az ve yararı çok olan kimselerdir. Unuttuğunda
hatırlatırlar, hatırlattıklarında ise bildirirler.
Dünyayı, dinlenmek için eğlenip-göçeceğin bir menzil veya
uykunda elde edip, kalktığında ise elinde olmayacak bir mal
gibi kabul et. Bir şeyi ele geçirmeye ihtiraslı olup, onu
ele geçirdiğinde de bedbaht olan niceleri olduğu gibi, bir
şeyin peşine gitmedikleri halde onu elde ederek mutlu olan
nice insanlar vardır.
164- "Tek olan Allah'ın varlığının delili nedir?"
diye sorduklarında İmam aleyhi's-selâm "Halkın O’na
muhtaç olmasıdır." diye buyurdu.
165- Belayı nimet ve refahı musibet saymadıkça, mü'min
olamazsınız.
166- Servet, dört bin dirhemdir (yüz dirhem yaklaşık bir
buçuk kilo gümüş miktarıdır). On iki bin dirhem,
biriktirilen servettir. (Servet biriktirmek İslam'da
kınanmıştır.) Helal yoldan yirmi bin dirhem toplanmaz. Otuz
bin dirheme sahip olan helak olur. Serveti yüz bin dirheme
ulaşan kimse ise Şiamızdan değildir.[36]
167- Müslüman bir kişinin doğru bir yakine sahip oluşunun
alameti, halkı memnun etmek için Allah'ı gazaplandırmamak,
Allah'ın verdiği rızıka karşı insanlara şükretmemek ve
Allah'ın esirgediği şeye karşı da kulları kınamamaktır.
Çünkü, ihtiraslının ihtirası, Allah'ın rızkını indirmediği
gibi, hoşlanmayanın hoşnutsuzluğu da onu geri çevirmez.
Biriniz ölümden kaçtığı gibi rızkından da kaçarsa, ölüm ona
nasıl ulaşırsa rızkı ölümünden önce ona ulaşır.
168- Şia’mızdan öyle kimseler vardır ki suskundurlar;
sesleri ve kinleri kulaklarından öteye geçmez; bizi alenen
methetmez, düşmanımızla dostluk kurmaz; dostumuza düşmanlık
etmezler ve bize kusur arayanla bir arada oturmazlar.
Mahzem: "Peki kendisini Şia gösteren kimselerle ne yapmak
gerekir?" dediğinde, İmam aleyhi's-selâm şöyle
buyurdu:
"İmtihanla, elenmekle ve musibetle gerçek şiiler anlaşılır.
Bunlar yok edici kıtlığa, öldürücü vebaya ve dağıtıcı
ihtilafa uğrarlar. Şiamız şiddetli beladan dolayı üşümüş
köpek gibi ulumaz, karga gibi aç gözlü olmaz, açlıktan ölse
bile dilencilik yapmaz."
"Bu şiileri nerde bulabilirim?"
dediğimde İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu:
"Bunları yeryüzünün köşe ve bucağında ara. Bunların
geçimleri güzel ve kolaydır; evleri omuzlarındadır. Bir
yerde bulunurlarsa tanınmazlar; kayıp olduklarında
araştırılıp sorulmazlar. Hastalandıklarında ziyaret
edilmezler. Evlenme teklif ettiklerinde kabul görmezler.
Kötü bir işle karşılaştıklarında itiraz ederler. Bir cahil
onlarla muhatap olduğunda selam verirler. Bir muhtaç onlara
sığındığında merhametli davranırlar. Ölüm anında üzülmezler.
Şehirleri ve diyarları ayrı olsa da kalpleri birdir.
169- Allah’tan uzun ömür dileyen, işini doğru dürüst
yapmalıdır. Günahının bağışlanmasını dileyen hayâ perdesini
yırtmamalıdır (kendisini rezil etmemelidir). İsminin
yücelmesini isteyen, durumunu gizli tutmalıdır.
170- Üç haslet, kulların yaptığı bütün amellerden daha
çetindir: Kendisiyle başkaları arasındaki ihtilafta onlara
hak tanımak, kardeşleriyle eşitlik sağlamak ve her halukârda
Allah'ı zikretmek. "Her halukârda Allah'ı zikretmekten
maksat nedir?" diye İmam'a sorulduğunda;
"Kişi günah işlemeye karar verdiğinde Allah'ı, kendisi ile
yapacağı günah arasında engel olması için anmaktır."
buyurdular.
171- Hemze harfi, Kur'an'da zaittir. (Maksat hemze-i vasldır
ki yazılır fakat okunmaz.)
172- Şaka yapmaktan sakının. Çünkü, şaka yapmak, düşmanlık
getirir, kin doğurur; aynı zamanda küçük bir sövüştür de.
173- Hasan ibn-i Raşid, İmam Sadık aleyhi's-selâm'dan
şöyle naklediyor:
Bir bela ve sıkıntıya duçar olduğunda, musibetten dolayı hiç
bir (Ehl-i Beyt mektebine) muhalife şikayette bulunma; onu
bazı kardeşlerine söyle. Çünkü, (bu durumda) dört neticeden
birini elde etmiş olursun: Ya onu kabullenir veya makam ve
haysiyetiyle yardımda bulunur veya duâ eder ve duâsı kabul
olur ya da görüşünü söyler (fikrinden yararlanmış olursun).
174- Pazarlarda çok dönüp dolaşma. Küçük ve ufak şeyleri
bizzat kendin alma. Çünkü, haysiyetli ve dindar kişinin üç
şey dışında küçük şeyleri kendisinin alması mekruhtur: Mülk
almak, köle almak ve deve almak.
175- Boş konuşma. Münasip bir yer bulmadıkça da yararlı
sözleri söyleme. Nice konuşanlar vardır ki, yararlı ve hak
sözü yersiz söylediği için incimiştir. Akılsız ve olgun
kimseyle çekişme. Çünkü, olgun kimse sana galip gelir;
akılsız ise seni helak eder. Kardeşinin gıyabında, hakkında
söylenmesini sevdiğin şeyin en güzelini onun hakkında söyle.
Çünkü, amel işte budur. İşlerde, iyiliğine karşı mükâfat
alacağını ve suçlarına karşı da hesaba çeki-leceğini bilen
bir kimse gibi amel et.
176- Yunus der ki, İmam'a: "Benim size olan sevgim ve
Allah'ın hakkınızda bana verdiği bilgi ve marifet benim için
dünya-dan daha sevimlidir." deyince (bu sözüme) İmam
öfkelenip şöyle buyurdu:
Ey Yunus, bizi yersiz bir şeyle mukayese ettin. Dünya ve
dünyada olan şeyler, midenin iltihap ve asidini giderip
avret mahallini örtmekten başka bir şeye yarar mı? Oysa ki
sen, bize olan sevgin ve bağlılığınla ebedi bir hayâta
kavuşacaksın!
177- Ey Âl-i Muhammed'in Şiası, (bilin ki) öfkelendiğinde
kendisine hakim olmayan, arkadaşıyla güzel arkadaşlık
yapmayan, dostuyla güzel dostluk kurmayan, barışanla güzel
barışmayan, muhalefet edene güzel muhalefet etmeyen bir
kimse, bizden değildir. Ey Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin
Şiası, gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Güç ve
kuvvet yalnız Allah'tandır.
178- Abdül a'la şöyle diyor: Medine'de bir toplantıda idim.
Bağış ve cömertlikten söz edildi, söz uzadı. Toplantıda
bulunan Ebu Duleyn adında bir şahıs: "Cafer (İmam Sadık)
şöyle böyle fazilet sahibidir, ama ne yazık ki cömert
değildir." dedi. Abdüla'la diyor ki: Bu olaydan sonra
bir gün İmam Sadık aleyhi's-selâm bana, "Medine ehli
ile oturup kalkıyor musun?" diye sordu. Ben de: "Evet,
oturup kalkıyorum" dedim. İmam Sadık aleyhi's-selâm,
"Aranızda geçen konuşmaları bana anlat." dedi. Ben de geçen
konuşmaları kendilerine anlattım. İmam Sadık
aleyhi's-selâm buyurdu ki: Ebu Duleyn’e yazıklar olsun,
onun misali rüzgarın uçurduğu bir tavuk tüyüne benzer.
Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih şöyle
buyurmuştur: Her iyi iş sadakadır. En iyi sadaka ise
zenginlikle birlikte olan sadakadır (yani kendi ailesinin
geçimini kısmamaktır). İlk önce nafakasını verdiğin kimseden
başla. Veren el, alan elden daha hayırlıdır. Allah, hiç bir
kimseyi kendisine yetecek rızkı bulundurmaktan dolayı
kınamaz. Allah'ın cimri olduğunu mu sanıyorsunuz? Yoksa
Allah’tan daha cömert bir kimsenin olduğunu mu
zannediyorsunuz? Cömert ve efendi, Allah'ın hakkını, olması
gereken yere bırakan kimsedir. Cömert, malı helal olmayan
yerden elde edip yersiz harcayan kimse değildir. Vallahi
ben, helal olmayan bir şeye el uzatmadığım ve üzerime farz
olan hakkullahı da ödemiş olduğum bir halde Allah'ın
huzuruna çıkmayı ümit ediyorum. Şimdiye kadar Allah'ın benim
malımda bir hakkı olup ta ödemediğim hiç bir gece geçirmiş
değilim.
179- Çocuk sütten kesildikten sonra, artık süt emme hükmü
yoktur.[37]
İhtilamdan (baliğ olduktan) sonra yetimlik yoktur (erginlik
çağına eren bir kimseden yetimlik hükmü kalkar). Akşama
kadar susmak (konuşmamak için oruç tutmak) meşru değildir.
Hicretten (küfr vatanını terkettikten) sonra bedevileşmek[38]
(göçebe olmak veya küfür vatanını tercih etmek) caiz
değildir. Fetihden (Mekke'nin Müslümanlar eliyle
fethedilmesinden) sonra (Medine'ye) hicret etmek olmaz.
Nikâhdan önce talak olmaz. Malik olmadan önce de (köle) azat
edilmez. Evladın babası, kölenin efendisi, kadının kocası
olduğu müddetçe yeminleri doğru değildir.[39]
Günah işleme konusunda adak sahih değildir. Sıla-i rahmi
(akrabalık ilişkilerini) kesme hususunda yemin etmek de
geçerli değildir.
180- Şartlar elverişli olsa da, hiçbir kimse zorluklardan
geçmeden hayâtın tadını alamaz. Kim daha münasip bir zamanı
bekleyerek hazır olan fırsattan yararlanmazsa, günler
fırsatı elinden çıkarır. Çünkü günlerin adeti, (fırsatları)
elden çıkarmaktır; zaman ise elden çıkıp gidicidir.
181- Nimetin zekâtı, ihsandır, makamın zekâtı arabulucuktur,
bedenin zekâtı hastalıktır, zaferin zekâtı affetmektir.
Zekâtı verilen şey ise zayi olmaktan kurtulur.
182- İmam Sadık aleyhi's-selâm musibet vaktinde şöyle
buyuruyordu: Hamdolsun Allah'a ki, dinim hususunda beni
musibete duçar etmedi. Şükür olsun Allah'a ki, isteseydi
beni daha büyük musibete duçar ederdi. Allah'a hamd-u senâ
olsun o iş için ki, olmasını istemesiyle o iş oluvermiştir.
183- Allah buyuruyor ki: Kim şaşkın bir kimseyi şaşkınlıktan
kurtarırsa ben onu hamid (övülmüş) olarak adlandırırım ve
onu cennetime yerleştiririm.
184- Dünya bazı kimselere yöneldiğinde, başkalarının
güzelliklerini de onlara giydirir. Yüz çevirdiğinde ise
onların kendi güzelliklerini de onlardan alır.
185- Kızlar iyilik, oğlan çocuklar ise nimettirler. İyiliğe
karşı sevap verilir, nimetlerden ise sorguya çekilir.