1- CUNDEB OĞLU ABDULLAH’A TAVSİYELERİ[1]
İmam Sadık aleyhi's-selam'ın
Cundeb oğlu Abdullah'a şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir:
Ey Abdullah! Şeytan bu aldatıcı dünyada tuzaklarını kurmuş
ve sadece bizim dostlarımızı avlamak istiyor. Ama
ahiret dostlarımızın gözünde hiç
bir şeyi onunla değiştirmeye razı olmayacakları kadar
büyüktür.
Daha sonra şöyle buyurdu:
Nerededir nur ile dolup taşan kalpler? Dünya, onların
gözünde zehirli bir yılan ve yabancı bir düşman gibidir.
Allah'a yönelerek, sorumsuz ve ayyaş insanların ilgi duyduğu
şeylerden uzaklaşmışlardır. Benim gerçek dostlarım onlardır.
Onların hürmetine fitneler yatışmakta ve belalar
uzaklaşmaktadır.
Ey Cundeb oğlu Abdullah! Bizi
tanıyan (bizim ilahi makamımızı bilen ve inanan) her
Müslümanın her gece ve gündüz
amellerine bakması ve kendisini hesaba çekmesi gerekir. Eğer
yaptığı işlerin, iyi iş olduğunu görürse o işleri daha da
çoğaltmalıdır; aksi takdirde kıyamet günü rezil olmamak için
kötü işlerden tövbe etmelidir.
Ne mutlu -yanılgıda olanlara verilen- dünya mal ve süsüne
imrenmeyen kula. Ne mutlu ahirete
talip olup onun için çalışan kimseye. Ne mutlu yalan
arzularla kendisini meşgul etmeyen kimseye.
Daha sonra İmam Sadık aleyhi’s-selâm
şöyle buyurdu:
Allah, (halka) kandil ve meşale olan, amel ve çabasıyla
onları bize doğru çağıran ve sırlarımızı ifşa etmeyen
insanlara rahmet etsin.
Ey Abdullah! Mü’minler,
Allah’tan korkan ve kendilerine bağışlanmış olan hidayetin
ellerinden alınmasından endişe eden, Allah'ı ve nimetlerini
hatırladıkları zaman korku ve dehşete kapılan, Allah'ın
ayetleri kendilerine okunduğunda, aşikar ettiği sonsuz
kudretinden dolayı imanları artan ve Rab'lerine tevekkül
eden kimselerdir.
Ey Abdullah! Cehalet eskiden beri varola gelmiş, temeli
güçlenmiştir. Bunun böyle oluşu, halkın Allah'ın dinini
oyuncak yapmalarından dolayıdır. Hatta ilimleriyle Allah’a
daha yakın olduklarını sananlar bile O’ndan başkasını
arıyorlar. İşte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Ey Abdullah! Şiilerimiz azim ve sebat gösterselerdi,
melekler onlarla musafaha eder
(görüşür), bulutlar onların üzerine gölge düşürür, günleri
aydın olur, gökten ve yerden onlar için
rızıklar gelir, Allah, istedikleri her şeyi onlara
verirdi.
Ey Abdullah! Çağrınızı kabul edenlerin (Şia’nın)
günahkârları hakkında hayırdan başka bir söz söylemeyin.
Allah’a huşu ile yalvararak başarılarını dileyin. Onlar için
Allah’tan af dileyin. Bize yönelen, velayetimizi kabul eden,
düşmanlarımızla dost olmayan, bildiğini söyleyen, bilmediği
veya şüphesi olduğu şeylerde ise susan kimse, (şüphesiz)
cennettedir.
Ey Cundeb oğlu Abdullah! Ameline
güvenen helak olur. Allah'ın rahmetine güvenerek günahlara
cüret eden kurtulmaz.
“Öyleyse kim kurtulur"
diye sorduğumda, İmam Sadık aleyhi’s-selâm:
‘Sevaba olan iştiyakları ve azaptan korkuları yüzünden
kalpleri, (uçmakta olan) bir kuşun pençesinde imiş gibi,
ümit ile korku arasında olan kimseler kurtulur’ diye
buyurdular.
Ey Abdullah! Allah’tan kendisini hurilerle evlendirmesini ve
nurdan olan bir tacı başına koymasını isteyen kimse,
mü’min kardeşini
sevindirmelidir.
Ey Abdullah! Gece, uykuyu, gündüz ise, konuşmayı azalt.
İnsanın bedeninde göz ve dilden daha az şükreden bir uzuv
yoktur. Hz. Süleyman’ın annesi,
Süleyman aleyhi’s-selâm’a
şöyle dedi: "Oğlum (ihtiyacından fazla) uyumaktan sakın.
Çünkü (fazla uyku) insanların hayır amellere muhtaç olduğu
gün (kıyamet günü) seni yoksul bırakır.
Ey Cundeb oğlu Abdullah!
Şeytan'ın, insanları avlamak için tuzakları vardır. Öyleyse
Şeytan'ın ağ ve tuzaklarına yaklaşma.
“O tuzaklar nedir?”
diye sorduğumda şöyle buyurdular:
Şeytan'ın tuzakları, insanı kardeşine iyilik etmekten
alıkoymak, ağları ise Allah'ın farz kıldığı namazların
vaktinde uyumaktır. Bilin ki; kardeşlerine iyilik yapmak ve
onları ziyaret etmek için adım atmak gibi hiç bir ibadet
yoktur. Namazdan gaflet edenlere, halvetlerde uyuyanlara,
fetret dönemlerinde (dinin zayıfladığı dönemde) Allah ve
ayetleriyle alay edenlere yazıklar olsun! İşte bunlar
ahirette nasibi olmayan
kimselerdir. Kıyamet günü Allah onları konuşturmayacak,
onları temizlemeyecektir ve onlar için şiddetli bir azap
vardır."
Ey Abdullah! Kim kendisini cehennem ateşinden kurtarmaktan
başka bir endişeyle sabahlarsa, büyük bir meseleyi basite
almış ve Rabbinin vereceği az bir paya talip olmuştur.
Kim müslüman kardeşine hile
yapar, onu tahkir eder ve ona karşı düşmanlık güderse, Allah
onu cehenneme atar. Kim bir mü’mine
haset ederse (onu kıskanırsa), tuzun suda eridiği gibi onun
da imanı öylece kalbinde erir.
Ey Abdullah! Mü’min kardeşinin
ihtiyacını karşılamak için adım atan bir kimse, Safa ve
Merve arasında
sa'y eden (koşan) kimse gibidir.
Onun ihtiyacını karşılayan bir kimse de Bedir ve
Uhud savaşında Allah yolunda
kanına boyanan kimse gibidir. Allah hiç bir ümmeti, fakir
kardeşlerinin haklarını küçümse-medikleri
müddetçe helak etmemiştir.
Ey Abdullah! Şiilerimize de ki: Farklı fikir ve düşüncelere
kapılmasınlar. Allah'a andolsun
ki, günahlardan kaçınmadıkça, dünyada çaba göstermedikçe ve
Allah yolunda, (mü’min)
kardeşler ile eşitlik sağlamadıkça velayetimize
ulaşamazsınız. Halka zulüm eden kimse bizim Şialarımızdan
değildir.
Ey Abdullah! Şia’mız, cömertlik, kardeşlere bağışta
bulunmak, gece ve gündüz (farz ve sünnet olarak) elli rekat
namaz kılmak gibi özelliklerle tanınırlar. Şialarımız
(sabırsızlıktan) köpek gibi ulumaz, karga gibi aç gözlü
olmazlar, düşmanlarımızla komşu olmaz, açlıktan ölseler bile
bizi sevmeyenlere el açmazlar.
Şiilerimiz, yılan balığı yemezler, ayakkabının üzerine
mesh yapmazlar, öğlenin ilk
vaktini (namaz kılmak için) gözetirler, şarap içmezler.
"Canım size feda olsun”
dedim. "Onları nerede bulabilirim?"
İmam alyehi's-selâm
şöyle buyurdu:
Dağların başında ve şehirlerin kenarında. Bir şehre
girdiğinde halkla muaşeret etmeyen (oturup kalkmayan) ve
halkın da kendi-siyle muaşeret
etmediği kimseyi[2]
sor, ara. İşte böyle bir adam,
mü’mindir.
Allah-u Teâla (Habib-i
Neccar hakkında) şöyle
buyuruyor: "Şehrin (Antakya şehrinin) uzak bir ucundan
bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun"[3]
dedi Allah'a andolsun ki,
Habib-i
Neccar yalnız idi.
Ey Abdullah! mü’minlere
zülmün dışında, diğer bütün
günahlar bağışlanır. Gösteriş için yapılan amellerin
dışında, diğer bütün hayır ameller kabul edilir.
Ey Abdullah! Allah için sev, sağlam ipe (Kur’ân'a)
sarıl ve hidayetten ayrılma. Böyle oldukça amellerin kabul
edilir.
Allah-u Teala buyuruyor ki:
"Şüphe yok ki ben tövbe eden, inanan,
salih amellerde bulunup da doğru yola erişen kimseyi
bağışlayıcıyım."[4]
İmanla birlikte olmayan amel, kabul edilmez; amelsiz de iman
olmaz, yakinsiz amel, huşusuz da
yakin olmaz. Bunların hepsinin
mihveri, hidayettir. Öyleyse hidayete erişenin ameli kabul
edilir ve kabul edilmiş olarak melekut
alemine yükselir. "Allah dilediğini doğru yola hidayet
eder."[5]
Ey Abdullah! Allah-u Teâla'nın
(rahmet ve nimet) yanında, O’nunla
birlikte olmak ve Firdevs
Cennet'ine yerleşmek istiyorsan, dünyaya önem verme, ölümü
göz önünde tut ve yarın için bir şey biriktirme. Bil ki;
önceden göndereceğin her şey, (yaptığın ihsan ve ibadetler)
faydana olduğu gibi, geriye bıraktığın şeyde (biriktirdiğin
dünya malı), zararınadır.
Ey Abdullah! Kazandığı maldan kendisini mahrum bırakan, o
malı başkası için toplamaktadır. Heva
ve hevesine uyan, düşmanına uymuştur. Kim Allah'a güvenirse,
Allah, ona dünya ve ahiret
işleri için yeter ve gıyabında onun her şeyini korur. Her
belaya karşı sabır, her nimete şükür ve her zorluğa çözüm
yolu hazırlamayan kimse âciz kalır. Evladına ve malına
gelecek her belâ ve musibete karşı, sabretmeye çalış. Çünkü
Allah, sabır ve tahammülünüzü denemek için emanet ve
bağışını sizden geri alır. Günah işlemeye
cesaretlendirmeyecek şekilde Allah'a ümitli ol ve O'nun
rahmetinden de ümit kesmeyecek şekilde ondan kork. Cahilin
övgü ve sözlerine asla aldanma. Zira bu, kibirlenip,
ululanmana ve amelinle övünmene sebep olur. Gerçekten en iyi
amel, ibadet ve tevâzudur.
Kendinden sonra mal bırakmakla, kendi malını zayi edip,
diğerlerinin maddî durumunu düzeltmeye çalışma. Allah'ın
sana kısmet ettiği mala kanaat et. Ancak, kendi yanında
olanı (mevcut olan mal ve sana verilen nimetlere) bak.
Ulaşamayacağın bir şeyi arzu etme. Şüphesiz kanâat eden
doyar; kanaat etmeyen ise doymaz.
Ahiretten payını al. Zengin olduğunda azma. Yoksul
olduğunda sabırsızlık etme. Katı ve taş yürekli olma; çünkü
böyle olursan halk sana yaklaşmaktan hoşlanmaz. Gevşek ve
zayıf da olma; zira seni tanıyan seni tahkir eder. Kendinden
üstte olana karşı düşmanlık yapma; senden aşağıda olanla da
alay etme! İşlerde o işin ehliyle çekişme (işi ehline
bırak), akılsızlara itaat etme. Herkesin yanında kendini
küçültme. Kendi yükünü başkasının üzerine yükleme. Bir işin
içerisinde kalıp pişman olmaman için işe girişmeden önce, o
işin giriş ve çıkış yolunu öğren.
Kalbini ortak olduğun bir yakın, amelini peşinden gittiğin
baban, nefsi emmareni mücadele
ettiğin düşman ve sahibine geri vereceğin emanet kabul et.
Sen kendi nefsinin doktoru kılınmışsın, sağlığının
belirtisini tanımış, hastalığını öğrenmiş ve ilacını da
bilmişsin. Öyleyse kendine nasıl bakacağına dikkat et.
Bir kimseye yaptığın iyiliği, minnet edip söyleyerek bozma;
aksine o iyiliğini daha iyi bir iyilik izlesin. Şüphesiz bu,
ahlakın için daha güzel, ahiretteki
sevabın için de gereklidir. İster cahil ol, ister alim,
yumuşak huylu ve ağır başlı sayılmak için susmaya riâyet
et. Zira bilginlerin yanında susmak senin için süs,
cahillerin yanında susmak ise, sana bir örtüdür.
Ey Abdullah! Meryem oğlu İsa alehi's-selâm,
ashabına şöyle buyurdu: "Eğer biriniz, uyuyan kardeşinin
yanından geçerken onun arka veya önünden bir kısmının
açıldığını görürse acaba açılmayan tarafını da açar mı yoksa
açılan yerini örter mi?” Ashabın hepsi: "Açılan tarafını
örteriz." dediler.
Hz.
İsa aleyhi's-selâm:
"Hayır; öyle değil, siz her tarafını açarsınız."
Ashab,
bunun bir örnek olduğunu anlayınca: “Ey
Ruhullah! nasıl açarız?”
diye sordular. Hz. İsa şöyle
buyurdu: "Sizlerden bazıları kardeşinin ayıbını gördüğünde
onu örtmüyor. Gerçekten de siz, lezzetleri
terketmedikçe hedefinize
erişemezsiniz; hoşlanmadığınız şeylere tahammül etmedikçe
arzularınıza kavuşamazsınız. Haram olan bakıştan sakının.
Çünkü bu iş, kalbe şehvet tohumu eker ve bu, seni aldatmaya
yeter. Ne mutlu bakışı gözünde değil de kalbinde olan
kimseye. Köle sahipleri gibi halkın ayıplarına bakmayın,
köleler gibi kendi ayıplarınızı görün. İnsanlar iki
kısımdır: Belaya duçar olanla, olmayan. Belaya duçar olana
acıyın ve sağlığınıza şükredin.”
Ey Abdullah! Seninle ilişkisini kesenle ilişki kur. Seni
mahrum bırakana bağışta bulun. Kötülük yapana iyilik et.
Küfredene selam ver. Düşmanlık yapana karşı insaflı davran.
Zulmedeni affet; nitekim sen de affedilmeyi seversin.
Allah'ın seni affetmesinden ibret al. Güneşin hem iyi, hem
de kötü insanlara doğduğunu ve yağmurun da hem
salih, hem de hatalı kimselere
yağdığını görmüyor musun?
Ey Abdullah! Halkın, seni iyi bilmesi için onların gözü
önünde fakirlere yardım etme. Böyle yaptığında mükâfatını
almış sayılırsın. Sağ elinle yaptığın iyilikten, sol elinin
haberi olmamalıdır. Çünkü Allah’ın rızasını kazanmak için
gizlice verdiğin sadakadan dolayı Allah, seni -halkın
verdiğin sadakadan habersiz kalmasının sana zararı
ulaşmayacağı bir gün -kıyamet günü şahitlerin gözü önünde
mükâfatlandıracaktır.
(Dua ettiğin vakit) sesini alçalt. Zira gizlediğin ve açığa
vurduğun her şeyi bilen Allah, istemeden de ne isteyeceğini
biliyor.
Oruç tuttuğunda kimsenin gıybetini etme. Orucunuza zulüm
bulaştırmayın. Halkın bilmesi için yüzleri tozlu, saçları
dağınık, dudakları kuru olup gösteriş için oruç tutan
kimselerden olma!
Ey Abdullah! Tüm iyilikler ve tüm kötülükler senin
önündedir. Bunları ancak ölümden sonra görebilirsin. Allah
Azze ve
Celle, hayrın tümünü de cennette, şerrin tümünü de
cehennemde karar kılmıştır. Çünkü bunlar (cennet ve
cehennem) kalıcıdır.
Allah kime hidayet bağışlayarak, iman ile aziz kılar, doğru
yolu ilham ederek tabiatında nimetlerini tanıyacak bir akıl
bırakır, dinini ve dünyasını idare edecek ilim ve hikmet
bağışlar, mükellef kıldığı şeyleri kolaylaştırmak üzere
yardımda bulunur ve küçük amelleri yapmak için (bile)
kendisinden yardım dilemeye davet ederse, böyle bir kimse,
Allah'ın nimetleri, vaatettiği
mükâfatları ve gücünden fazla kendisini mükellef kılmadığı
için Allah'a şükretmeyi kendisine farz kılmalıdır; Allah'a
karşı nankörlük etmemeli; O'nu anmalı; O'nu unutmamalıdır;
O'na itaat etmeli ve O'na karşı günah işlememelidir. Oysa ki
insan, Allah'ın emrettiği şeylerden yüz çeviren, onları
yapmaktan âciz kalan, Rabbi önünde kendisine zillet
elbisesini giydiren, heva ve
hevesine uyan, ömrünü şehvetlerde geçiren ve dünyasını
ahiretine tercih eden bir
varlıktır. Bu durumdayken de Firdevs
Cenneti'ni arzuluyor. Zalimlerin amelini yapmakla, iyi iş
yapanların makamlarına ulaşmaya heveslenmek kimseye
yakışmaz. Ansızın kopacak olan kıyamet kopunca ve büyük
felaket gelip çatınca ve Cebbar olan Allah kesin hüküm
vermek için terazileri kurunca ve bütün mahlukat hesap
vermek için sahneye gelince, işte o zaman yücelik ve bağışın
kimin olduğuna, hasret ve pişmanlığın da kime ulaşacağına
yakin edersin. Öyleyse bu gün
dünyada öyle bir iş yap ki, ahirette
onunla kurtulacağına ümit edesin.
Ey Abdullah! Allah-u Teâla,
vahyettiği şeylerin bazısında
şöyle buyurmuştur:
"Ben, ancak, azametim için boyun eğen, benim için kendisini
şehvetlerden alıkoyan, günlerini zikrimle geçiren, kullarıma
karşı büyüklük taslamayan, açları doyuran, çıplakları
giydiren, musibete uğrayanlara acıyan ve gariplere yer veren
kimsenin namazını kabul ederim. Böyle bir kulun nuru,
güneşin nuru gibi etrafa yayılır. Karanlıkta nur, cehalette
ise hilim (olgunluk) veririm
ona. İzzetimle onu korurum. Meleklerimi onu korumakla
görevlen-diririm. Beni
çağırdığında lebbeyk derim.
Benden bir şey istedi-ğinde
veririm. Bu kul benim indimde, meyvelerinin eşi bulunmayan
ve bozulmayan firdevs
Cenneti'nin bahçeleri gibidir.
Ey Abdullah! İslam (tevhid,
nübüvvet ve meada ikrar etmek)
çıplaktır; elbisesi hayâ, ziyneti ağırbaşlılık, cömertliği
salih amel ve direği ise
vera (şüpheli şeylerden
kaçınma)dır. Her şeyin bir temeli vardır; İslam'ın
temelide biz
Ehl-i
Beyt'in sevgisidir.
Ey Abdullah! Allah-u Teâla'nın,
zeberced (yakut cinsinden sarı
veya yeşil değerli bir tür taş) ve ipekle sarılmış,
sündus (ipek işlemeli bir kumaş)
ve diybac (bir çeşit zarif
ipekli kumaş) ile de süslenmiş, nurdan bir hisarı vardır. Bu
hisar (kıyamet günü) bizim dostlarımızla düşmanlarımızın
arasına çekilir. Beyinler (şiddetli bir sıcaktan dolayı)
kaynadığında, yürekler ağızlara ulaştığında ve ciğerler
beklemekten dolayı şiştiğinde Allah dostları, bu hisarın
içerisine götürülür, orada Allah'ın güven ve himayesinde yer
alırlar. Onlar için gönüllerin istediği ve gözlerin lezzet
aldığı her şey orada vardır. Allah'ın düşmanları ise çok
terlediklerinden dolayı ağızları kilitlenir, korkudan
yüreklerinin bağı kesilir ve Allah'ın onlar için hazırladığı
azaba bakıp şöyle derler: "Bize ne oluyor ki,
ken-dilerini kötülerden
saydığımız adamları göremiyoruz?".[6]
Allah dostları onların bu durumuna bakıp gülerler. Nitekim
Allah-u Teâla cehennem ehlinin
şöyle dediğini nakletmiştir: "Biz onları alaya alır
dururduk (şimdi onlar cehennem'de yoklar) yoksa gözler mi
onlardan kaydı?"[7]
Diğer bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Artık
bugünde, iman edenler kafir olanlara gül-mektedirler;
tahtlar üzerinde bakıp seyrediyorlar."[8]
Allah-u Teâla, dostlarımızdan
mü’min olan birine tek bir
kelimeyle bile yardımda bulunan herkesi hesapsız cennete
götürecektir.