2- KILIÇLAR HAKKINDAKİ SÖZÜ
Şiilerden biri, Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm'ın
savaşları hakkında İmam'a soru sorduğunda şöyle buyurdu:
Allah-u Teâla Hazret-i Muhammed salla'llâhu aleyhi ve
alih'i beş kılıçla göndermiştir:
O
kılıçlardan üç tanesi, kınından çıkmıştır ve savaş,
ağırlığını atmadıkça (insanlar arasındaki savaş sona
ermedikçe) kınlarına konulmayacaktır; savaş da, güneş
batıdan doğmadıkça (Hz. Mehdi aleyhi's-selâm zuhur
etmedikçe) sona ermeyecektir (yani mücadele ve cihad o güne
kadar devam edip sürecektir). Ancak güneş batıdan doğunca
artık bütün insanlar emniyet içerisinde olacaktır. Artık o
gün, "...önceden iman etmeyenin veya imanı varken hayır
bir iş yapmayanın imanı fayda etmez.[1]
Bir kılıç da, kınında hazır olan kılıçtır.
Diğeri ise, kınındadır; çıkarılması başkasıyla, hükmü ise
bizimledir.
Kınından çıkmış olan üç kılıç şunlardır:
Birinci kılıç, Arap müşriklerinin üzerine çekilmiş olan
kılıçtır. Allah (Azze ve Celle) buyuruyor ki: "Haram
aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları
yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin."
"Eğer tövbe eder, (iman edip) namaz kılar ve zekât
verirlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir..."[2]
Bu gruptan öldürülme veya iman etmekten başka bir şey kabul
olunmaz. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alihResulullah'in
bıraktığı sünnet üzere, onların malları ganimet alınır,
çocukları ise esir edilir. Zira Resulullah onlardan esir
almış, (bazılarını) affetmiş ve (bazılarından da) fidye
kabul etmiştir.
İkinci kılıç ise ehl-i zimmetin üzerine çekilmiş olan
kılıçtır. Allah-u Teâla (bu konuda) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlara güzel söz söyleyin."[3]
Bu ayet ehl-i zimmet hakkında inmişti; daha sonra diğer bir
ayet inerek bu ayeti nesh etti: "Kendilerine kitap
verilenlerden, Allah ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın
ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini
(İslam'ı) din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi
elleriyle cizye verene kadar savaşın."[4]
Onlardan her kim İslam ülkesinde olursa cizye vermek veya
öldürülmekten başka bir yolu yoktur. Onların malları
ganimet, çocukları ise esir alınır. Cizye vermeyi kabul
ettiklerinde, onları esir almak haram, malları muhterem,
onlarla evlenmek ise câiz olur. Ama onlardan her kim,
dar-ül harbda olursa (Müslümanlarla bir antlaşmaları olmayan
küfür ülkesinde olursa), onları esir etmek, mallarını
ganimet almak bize helaldir; onlarla evlenmek ise câiz
değildir. Dar-ül İslam'a girerek cizye vermek veya
öldürülmekten başka onlardan hiçbir şey kabul olunmaz.
Üçüncü kılıç ise Türk, Deylem[5]
ve Hazar[6]
müşrikleri gibi acem müşriklerinin üzerine çekilmiştir.
Allah-u Teâla, Muhammed suresinin evvelinde, o kâfirlerin
macerasını naklettikten sonra şöyle buyuruyor:
"(Kâfir olanlarla karşı karşıya geldiğiniz zaman) Hemen
boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp,
zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun.
Bundan sonra ya bir lütuf olarak, ya da bir fidye
(karşılığı, bırakın onları). Öyle ki savaş ağırlıklarını
bıraksın (sona ersin.)"[7]
"Lütuf"dan maksat, esir aldıktan sonra onları serbest
bırakmaktır. "Fidye"den maksat da onlarla Müslümanların,
aralarındaki savaş esirlerini, mübadeleyle serbest
bırakmaları için yaptıkları antlaşmadır. İşte bunlar, o
kimselerdir ki, öldürülmek ve İslam'ı kabul etmekten başka
onlardan hiçbir şey kabul olunmaz ve dar-ül harpta oldukları
müddetçe de onlarla evlenmek câiz değildir.
Kınında hazır olan kılıç ise bağilerin (yani, hak olan
İmam’a karşı baş kaldıran kimselerin) üzerine çekilmiştir.
Allah-u Teâla, buyuruyor ki:
"Mü'minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, hemen
aralarını bulup düzeltin. Biri diğerine haksızlıkla
saldırıda bulunacak olursa, artık haksızlıkla saldırıda
bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın."[8]
Bu ayet indiğinde Resulullahsalla'llâhu aleyhi ve alih
şöyle buyurdu: "Benim, Kur'ân'ın tenzili (zahirine amel
etmek) üzere savaştığım gibi, sizlerden bazıları da benden
sonra Kur'ân'ın te’vili üzere savaşacaktır." Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'e: "O kimdir? diye
sorduklarında: "Ayakkabısını yamayandır." buyurdular. Bu
sözle Emir-ül Mü'minin aleyhi's-selâm'ı kastediyordu.
(Çünkü İmam Ali aleyhi's-selâm o anda ayakkabısını
yamamakla meşguldü.)
Ammar ibn-i Yasir, (Sıffin savaşında) şöyle diyordu: "Ben
bu bayrakla üç defa Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'le
birlikte (düşmana karşı) savaştım; bu da dördüncüdür.
Allah'a andolsun ki eğer (Muâviye'nin ordusu), bizi
"Hecere" (Bahreyn) hurmalıklarına kadar geri püskürtse, yine
kendimizin hak, onların da batıl olduğunda şüphe etmeyiz."
Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm'ın, onların
hakkındaki sireti (tavrı) Resulullah salla'llâhu aleyhi
ve alih'in, Mekke'yi fethettiği gün, Mekke halkına olan
tavrı ve sireti gibiydi; zira Hazret-i Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih onların çocuklarını esir
almadı ve: "Kim evine girip kapısını kapatır, silahını yere
bırakırsa emandadır." buyurdu.
Nitekim Hz. Emir-ül Mü'minin Ali aleyhi's-selâm da
Basra savaşında şu çağrıda bulundu: "Çocukları esir
almayın, yaralıyı öldürmeyin ve firar edeni takip etmeyin.
Kim evinin kapısını kapatır, silahını yere bırakırsa
emandadır."
Kınında olan kılıç da, kısas hükmünün kendisiyle uygulandığı
kılıçtır. Allah-u Teâla, buyuruyor ki: "Cana karşılık can
ve göze karşılık da göz (kısas olunur.)"[9]
Bu kılıcı kınından çıkarmak maktullerin velileriyledir
(kısas istediklerinde çıkarılır); hükmü ise bizimledir.
İşte bu kılıçlar, Allah-u Teâla'nın, Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'i onlarla gönderdiği
kılıçlardır. Kim onların hepsini veya onlardan birini
veyahut onların sünnet ve ahkâmlarından bazılarını inkâr
ederse, Allah-u Tebareke ve Teâla'nın, Peygamberi olan
Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih‘e indirdiği şeye
kâfir olur.