6- MALİK-İ EŞTER’İ MISIR VE ETRAFINA VALİ TAYİN ettİğİ ZAMAN
ONA YAZDIKLARI Emİrnâme
Bismillahirrahmanirrahim
Bu, Allah'ın kulu Emir-ül
Müminin Ali'nin, Mısır'ın vergisini toplamak,
düşmanlarıyla savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini
onarmak için Haris-i Eşter
oğlu Malik'i bu beldeye vali tayin ettiği zaman ona
verdiği emirnamedir.
Ona, Allah'tan çekinmesini, itaatini seçmesini, Allah'ın
kitabındaki, farzlarına ve sünnetlerine dair emirlerine
uymasını emrediyor. Çünkü saadete eren bir kimse, ancak bu
farz ve sünnetlere uymakla mutlu olur ve onları inkâr edip
zayi eden ise asla mutlu olamaz.
Allah'a eliyle, kalbiyle, diliyle yardım etmesini de
emrediyor. Çünkü Allah, kendisine yardım edene yardım etmeyi
üstlenmiştir. Allah, güçlü ve azizdir.
Yine istekler karşısında nefsiyle mücadele etmesini, onun
serkeşliğini bastırmasını emrediyor. Çünkü “nefs,
Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder. Doğrusu
Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir.”
Şüpheli yerlerde Allah'ın kitabına itimat etmesini
emrediyor. Zira her şeyin açıklaması, onda mevcuttur ve o,
imanlı bir millet için rehber ve rahmettir. Yine Allah'ın
rızası peşinde olmasını, gazabına sebep olan şeylerin
etrafında dolaşmamasını, O’na karşı günah işlemekte ısrar
etmemesini emrediyor. Zira Allah'tan kaçıp sığınabileceğin
başka biri yok.
Sonra şunu bil ki, ey
Malik, seni öyle bir yere göndermekteyim ki, senden
önce orada, adalet veya zulümle hüküm yürüten nice devletler
gelip geçmiştir. Sen, kendinden önceki buyruk sahiplerinin
yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan, halk da senin
yaptığın işleri, öylece görüp, seyredecek. Sen onlar
hakkında neler diyorsan, halk da senin hakkında aynı sözleri
söyleyecek. Salih kişiler, Allah-u Teâla'nın kendi
kullarının dilinde cari kıldığı meth-u senâlarla tanınır.
Gözünde en sevimli azık; salih amel, mal toplamada orta
halli olmak ve halkın durumunun düzeltilmesi olmalıdır. Heva
ve hevesine hakim ol; nefsini sana helal olmayan şeylerden
alıkoy. Zira sevdiğin yahut nefret ettiğin şeylerde nefse
hâkim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır. Halka
merhametle davranmayı âdet edin; onları sevmeyi, onlara
lütfetmeyi huy edin. Onları yemeği ganimet bilen yırtıcı bir
canavar kesilme. Zira halk iki sınıftır: Ya dinde seninle
kardeştir veya yaratılışta seninle eşittir. Ayakları
sürçebilir, kusur edebilirler, bilerek veyahut yanılarak
ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını,
Allah'ın bağışlamasını nasıl seviyorsan, sen de onları
bağışla, kusurlarından geç. Allah’ın ve Peygamber’inin
sünneti hakkında sana verilen bilinçten dolayı, sen onların
üstündesin; seni bu işe memur eden de senin üstündedir;
Allah da, seni vali tayin eden kimsenin üstündedir. Bu
emirnamede sana yazdığımız şeylere sarıl.
Allah'la savaşmaya kalkışmaktan sakın; zira ne O’nun azabını
önleyecek güce sahipsin, ne de O’nun bağış ve rahmetinden
umudunu kesebilirsin. Halkın kusurlarını bağışlayınca,
pişman olma; onlara ceza verince de sevinme. Bir mazeret
bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte acele etme.
Ben bir buyruk verenin tayin ettiği görevliyim, emrime
uyulması gerek demeye kalkışma. Çünkü bu çeşit düşünce gönlü
bozar; dini gevşetir ve (insanı) fitneye yaklaştırır.
Bedbahtlığa düşmekten Allah'a sığın. Eğer hükümdarlığın seni
kendini beğenmeye ve büyüklük taslamaya sevkeder ve kendin
için azamet ve büyüklük taslarsan, başının üzerindeki
Allah'ın mülkünün azametine ve O’nun, senin yapamadığın
şeylere olan gücüne bak. Bu, baş kaldıran (serkeşlik eden)
nefsini yatıştırır; kibrini, gururunu giderir; dağılıp giden
aklını başına getirir. Sakın Allah'ın azametiyle boy
ölçüşmeye, kendi gücünü ve kuvvetini O’nun kudretine
benzetmeye kalkışma! Çünkü Allah, her zorbayı zelil eder ve
kibirlenip büyüklük taslayanı alçaltır.
Kendin, sırdaşların, ailen ve raiyyetinden sevdiğin kimseler
hususunda Allah'ın ve insanların hakkını korumada insaflı
ol; böyle yapmazsan, zulmetmiş olursun. Allah'ın kullarına
zulmedenin düşmanıysa Allah'tır, kulları değil; Allah ise
düşmanlık ettiği kimsenin delilini batıl kılar ve bu kimse,
zulümden vazgeçip tövbe edinceye dek Allah'la savaş halinde
olur. Allah'ın nimetlerini zail eden şeyler içinde zulümden
daha güçlüsü yoktur. Allah mazlumların dualarını duymaktadır
ve zalimlere karşı ise pusuda beklemektedir. Böyle bir
kimse, dünya ve ahirette helak olur.
Sen, hakka en yakın ve adaleti kapsamlı olan ve halkı
(hoşnutlukta) daha çok bütünleştiren işleri daha fazla
sevmelisin. Çünkü umumun öfkesi ve rahatsızlığı, eşrafın
rızasını ve hoşnutluğunu yok eder ve hiçe çevirir; ama umumu
razı etmekle yakınları ve ileri gelenleri öfkelendirmek
affedilir. Raiyetten (halktan) hiç kimse, valiye yükü daha
ağır olan, bela zamanı ona en az yardım eden, adaletten
hoşlanmayan, isteklerinde çok ısrar eden, kendilerine iyilik
yapıldığı zaman en az teşekkür eden, iyilikte bulunulmadığı
zaman mazereti çok geç kabul eden, zamanın zorluklarına daha
az dayanan valinin yakınları gibi değildir. Halbuki dinin
direği olan, müslümanların genelini teşkil eden ve düşmanlar
karşısında duran halk kitlesidir; öyleyse onlara yönelmeli
ve onlara meyil etmelisin. Yararı daha genel ve akıbeti daha
hayırlı olan işlere koyulmalısın. Kuvvet yalnızca
Allah'tandır.
İnsanların ayıplarını gözetleyen, onları açıp söyleyen
kişiler, sana en uzak, en menfur kişiler olsunlar. Tabii ki
insanlarda ayıp olabilir; valiyse bunları örtmeye en layık
olan kişidir. Öyleyse, halkın sana kapalı olan ve bilmediğin
ayıplarını açmaya kalkışmayasın; ayıpları elinden geldikçe
ört ki, Allah da senin, raiyyetinden gizlenmesini sevdiğin
ayıplarını örtsün. Halka karşı her türlü kin bağını çöz.
Halkın kalbinde sana karşı kin oluşturacak işlerden sakın;
özür dileyenin özrünü kabul et; hadleri şüpheyle uzaklaştır
(kesin olarak isbatlanmayan bir suça had uygulama); sence
doğru olmayan şeyleri, bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü
söyleyenlerin sözlerini, hemencecik tasdik etme. Çünkü,
halkın kötülüğünü söyleyen, öğütçülere benzese bile garaz
(kötü niyet) sahibidir.
Cimri kişiyle istişarede bulunma; zira seni faziletten
alıkor, seni yoksullukla korkutur. Korkakla da istişare
etme; zira seni işlerde zaafa düşürür. İhtiraslı (aşırı
istek sahibi) kişiyle de istişare etme; sana zulümle mal
yığmayı güzel gösterir. Cimrilik, korkaklık ve hırs ayrı
ayrı huylardır; ama bunların hepsini bir araya toplayan şey,
kötülerin tabiatında varolan Allah'a karşı kötü zanda
bulunmaktır.
Yardımcılarından en kötüsü, senden önce kötü yöneticilere
vezirlik eden, cinayetlerinde onlara ortak olan ve Allah'ın
kullarının arasında, onların işlerini yürüten kimselerdir.
Sakın böyle (sabıkası kötü olan) kimseleri kendine sırdaş
edinip, geçmişlerin hükümetinde ortak oldukları gibi bunları
sana verilen emanette (yetki ve makamda) ortak kılmayasın.
Onlar geçmiş yöneticileri kötü uçurumlara sürüklemişlerdir.
Onların gösteriş ve riyakârlıkları, seni aldatmasın. Çünkü
onlar günahkârların yardımcısı, zalimlerin kardeşi ve her
çeşit tamah ve sahtekârlıkların başlangıcıdırlar. Onların
yerine, onlar kadar sözü geçerli olan, işlerde tecrübeli
olan ve önceki tecrübeleri ile kötülük ve haksızlıkları
tanıyan, seçkin kişiler bulabilirsin. Bunların sana masrafı
az ve yararı çok olur. Sana besledikleri sevgi daha
gerçektir; başkalarıyla ülfetleri daha azdır; zalime,
zulmünde yardımcı olmadıkları gibi suçluya da suçunda ortak
olmamışlar ve başkalarının hükümetinde Müslümanlara ve
antlaşma yapan kimselere de zulmetmemişlerdir. İşte bunları
gizli ve açık işlerin için kendine has kıl. Sonra bu grup
arasında, hakkı daha açıkça söyleyen (veya acı bile olsa
sana gerçeği anlatan), zayıflar hakkında daha ihtiyatkâr ve
insaflı olan, ister hoşuna gitsin ister gitmesin, Allah'ın
dostlarında bulunmasını hoş görmediği şeylerde seninle az
işbirliğinde bulunan, (senin öfkenden endişelenmeyen ve
halkın maslahatını senin hoşnutluğuna tercih eden) kimseler
senin yanında daha seçkin olsun. Çünkü onlar seni haktan
haberdar ederler; sana yararı olan şeye seni basiretli
kılarlar. Takva, doğruluk, akıl ve asalet sahiplerine yaklaş
(onlarla dost ol). Onların seni fazla övmelerine, yapmadığın
işleri yapmış göstererek övünmene sebep olmalarına müsaade
etme. Zira fazla övgü, insanda bencillik ve kibir yaratır,
gurura kaptırır ve bunu kabullenmek (böyle bir şeyi
benimsemek) ise Allah'ın gazabına sebep olur.
Nezdinde iyilik edenle, kötülükte bulunanın yeri, aynı
düzeyde olmasın; çünkü onları bir görmek, iyilik edenleri
iyilikten vazgeçirir; kötülük edenleri de kötülüğe teşvik
eder; bunlardan her birine karşı layık olduğu muameleyi yap.
Bu senin için bir yöntem olsun; Allah bununla sana yarar
ulaştırır, sen de onunla kendi yardımcılarına yarar ver.
Bil ki, halka iyilikte bulunmak, yükümlülüklerini
kolaylaştırmak, yersiz istekleri onlara yüklememek gibi,
valinin halka karşı iyimserliğini ispatlayacak hiç bir şey
yoktur. Öyleyse halka karşı iyimserliğini ispatlayacak
işleri yapmaya çalış. Zira iyimserlik, uzun süreli
yorgunlukları ve sıkıntıları senden giderir. (Şunu da bil
ki,) hakkında iyimser olabileceğin kimseler senin
imtihanından hakkıyla çıkabilen, kötümser olacağın da
imtihanından çıkamayan kimselerdir. Kıyamet gününde Allah'ın
mükâfatına sebep olmasına ilaveten, halka iyi davranmakta da
basiretinin çoğalması için lehine ve aleyhine olan bu durumu
iyice kavra ki, halka karşı daha iyi davranabilesin.
Bu ümmetin ileri gelenlerinin (büyüklerinin), amel ettikleri
ve raiyyetin (halkın) birliğine ve işlerinin düzelmesine
sebep olan âdet ve gelenekleri bozup, o âdet ve
geleneklerin yerine zararı olan birtakım yeni âdet ve
gelenekleri koymaya kalkışma ki, o âdetleri koyanlar,
onların sevabına ermiş olur ve sen ise bunları bozmakla
günah kazanmış olursun. Ülke halkının durumunun düzelmesine
sebep olan yöntemlerin korunması ve toplumun hayatının
sağlam bir tarza sahip olmasına sebep olacak ilkeleri
yerleştirmek hususunda bilginlerle, düşünürlerle oturup
müzakere yapmayı ve tartışmayı çoğalt (bu hususta onların
düşüncelerinden yardım al). Bu üslup hakkı sabit kıldığı ve
batılı yok ettiği gibi yeterli bir kılavuz ve örnektir de.
Çünkü iyi yöntem ve gelenekler Allah'a itaat etmeyi sağlayan
yollardan biridir.
Bil ki, halk çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Bunlardan hiç
birinin durumu, diğer sınıfların yardımı olmaksızın
doğrulmaz, düzene girmez (her sınıfın, diğer sınıfların
asayiş ve huzur içerisinde olması için kendi işini yapması
gerekir); hiç birinin diğerine muhtaç olmaması mümkün
değildir.
Bu sınıflar şunlardan ibarettir:
1) Allah'ın askerleri ve ordusu. 2) Kamu ve özel işleri
düzene sokan kâtipler. 3) Adaletle hükmeden yargıçlar. 4)
İnsaf ve yumuşaklıkla hizmet eden görevliler. 5) Müslümanlar
ve ehl-i kitaptan cizye ve haraç toplayan memurlar. 6)
Tüccar ve zanaat sahipleri. 7) Toplumun en aşağı
sınıflarından olan muhtaç ve yoksul kişiler.
Allah-u Teâla bu sınıfların her birisinin payını kendi
kitabında, Peygamber’inin
sünnetinde ve bizim yanımızda bir ahit olarak korunan ilimde
ortaya koyarak ölçüsünü belirlemiştir.
Ordu, Allah'ın izniyle halkın kalesi, valilerin ziyneti,
dinin izzeti ve güvenlik ile huzurun temel taşıdır. Halk
ancak orduyla varlığını sürdürüp huzura kavuşabilir. Ordu
da, düşmana karşı cihatta kendisine destek olmak, arkasında
bir güvencesi bulunmak ve geçimini sağlamak için Allah'ın
onlar için tayin ettiği vergilerle gücünü koruyup varlığını
sürdürebilir.
Sonra bu iki sınıf, ancak kadılar, zekât ve vergi
memurlarıyla kâtiplerden ibaret olan üçüncü sınıfla
hayatlarını sürdürebilirler. Çünkü onlar işleri düzene
sokarlar, insaf ve adaleti yayarlar, gelirleri (vergileri)
toplarlar, onların sayesinde genel ve özel işlerde güvence
sağlanır. Bütün bu sınıfların ayakta durmaları ise, tüccar
ve zanaatçılarla mümkündür. Onlar halkın muhtaç olduğu
şeyleri toplayıp, çarşı ve pazarlara dökerek, başka
sınıfların yapamayacağı işleri yaparlar. Son olarak da
gözetilmesi gereken toplumun yoksul ve güçsüz olan alt
sınıfı gelir.
Allah'ın malı (İslam devletinin gelirinden bu sınıflar için
ayrılmış bütçe) onların tümünü kapsamına alıp idare
edebilir. Bunlardan her birisinin kendi ihtiyaçları
miktarınca valinin üzerinde hakları vardır. Valinin ise bu
doğrultuda, Allah'ın ona farz kıldığı görevleri gereği gibi
yerine getirebilmesi, ancak konuya gerekli önemi verip
Allah'tan yardım dilemesi ve nefsini hakka riayet etmeye
boyun eğdirip küçük ve büyük işlerde doğru yoldan
ayrılmamaya sabretmesiyle mümkün olur.
Ordunun başına Allah, Resulü ve İmam'ın için daha çok
ihlaslı, emanet ve iffet bakımından en temiz, hilimde
(olgunlukta) en üstün, ilim ve siyasette ise en seçkin
kimseleri komutan olarak seç. Bu komutanları, öfkelendiği
zaman öfkesini yenebilen, özrü kabul eden, zayıfları
esirgeyen, güçlülere karşı gevşemeyen, ne zora başvuran, ne
de zaafa düşen kimselerden seçip tayin et.
Sonra toplumun soylu ve aile bakımından şereflilerine,
geçmişlerinde iyilik bulunanlarına, yiğit, cesur, cömert ve
bağışlayıcı olanlarına sarıl. Çünkü bunlarda yüce ve temiz
huylar bir araya gelmiştir. Bunlar halkı Allah'a karşı
iyimser kılıp, kaza ve kaderine iman etmelerini sağlarlar.
Daha sonra da şefkatli bir babanın evladını görüp gözetmesi,
esirgemesi gibi, onların işini görgözet. Onların eğitimi ve
güçlü kılınması için harcadığın bütçeyi, ne kadar olursa
olsun, gözünde büyütme. Onlar hakkında yapacağın muhabbet ve
lütuf az bile olsa, önemsiz görünmesin sana. Zira bu,
onların senin hayrını istemelerine ve senin hakkında iyi
düşünmelerine sebep olur. Onların büyük işlerini göreceğim
diye küçük işlerini de ihmal etme. Az bir lütfün bile bir
yerde işe yarar, ondan faydalanırlar; çoğunun da yeri var,
ondan da ihtiyaçsız kalamazlar.
Askerlerine kardeşçe davranan ve düşmanla savaşmaktan başka
bir kaygıları kalmaması için askerlerin kendilerini ve
geride bıraktıkları ailelerini kapsayacak şekilde onlara
bağışta bulunan komutanları diğer komutanlardan daha çok
sevmelisin ve onlara daha fazla değer vermelisin; sürekli
olarak onlara karşı beslediğin kalbi duyguları dile getir
ki, senin yanında aziz, değerli olduklarını ve senin onların
yaşamını daha da iyileştirmeyi düşündüğünü bilsinler. Güzel
bir şekilde sevgi ve ikramda bulunarak, vaatlerinin
doğruluğunu ispatla.
Valilerin gözlerini aydınlatan işlerin en üstünü, memlekette
adaleti yaymak, halkın dostluğunu ve sevgisini kazanmaktır.
Halkın sevgisi ise ancak gönüllerinin sıhhatli olmasıyla
mümkün olur. Onların hayır istemeleri de ancak valilerinin
korunmasına ilgi duymaları, devletlerini kendilerine bir yük
olarak görmemeleri ve onların hizmet süresinin bitmesini bir
an önce istememeleriyle mümkün olur.
Sonra orduyu idare etmekte, yalnız onların arasında taksim
ettiğin savaş ganimetleriyle yetinme; ganimetlerin yanısıra
Allah'ın nasib ettiği beyt-ül maldan da, Allah’ın dinine
yardıma koşmalarını sağlayabilmen için onların
eksikliklerini gider. Askerlerin arasında cesur kişilerden
beklediğin hayırseverliğin son derecesine ulaşabilmen için
onlara daha fazla bağışta bulun, maddi imkan sağla, övgü ve
teşekkürde bulun, tek tek herbirinin halini sor ve gönlünü
al, gösterdikleri yiğitlikleri methet, öv. Çünkü onların
hizmetlerini fazla dile getirmen, Allah'ın izniyle,
yiğitleri teşvik eder ve geri kalanları da o yola yöneltir.
Fakat (onlara itimadın olmasıyla birlikte, onların
durumlarını gözlemekten de gafil olma) halk arasında emaneti
korumak ve hakkı söylemekte meşhur olan denetleyici
kişileri, onların hizmetlerini sana bildirmeleri ve hizmet
edenlerin, çektiği zahmetlerin sana gizli kalmadığını
anlamaları için onlara gözlemci kıl. Sonra herkesin yaptığı
hizmetin hakkını iyice bil; birinin çektiği zahmeti
başkasına maletme; herkese noksansız olarak hakkını ver.
Birisinin büyük oluşu, yaptığı küçük işi büyük görmene, yine
birinin küçük oluşu, yaptığı büyük işi küçük görmene sebep
olmasın. Sakın geçmişi iyi olan bir asker, küçük bir
yanlışlık ve küçük bir olay için gözünden düşmesin; zira
yücelik Allah'a mahsustur; onu, dilediği kimseye verir,
akıbet takva sahiplerinindir.
Ordudan düşmana darbe indirenlerden biri şehid olduğunda,
şehid olanın ailesine şefkatli ve güvenilir bir vasi gibi
vekil ve halef olmalısın; onun yok oluşu, ailesinin
yaşantısını etkilememeli. Bu şekilde muamelede bulunman,
senin dostlarının kalbinde sana karşı olan muhabbeti ve
onlarda olan itaat duygusunu daha çok artırır ve senin
emrinde her çetin ve şiddetli tehlikeye karşı koymak için
hazır olurlar.
Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'in müşriklerle
muamelesinde sünnetleri vardır; bizim de ondan sonra
sünnetlerimiz vardır. Bu sünnetler; zalimler, kıblemize yüz
çevirenler ve Müslüman ismini kendilerine takanlar hakkında
uygulanmıştır. Yüce Allah irşat etmeyi sevdiği topluma;
"Ey inananlar, Allah'a,
Peygamber'e ve kendinizden olan emir sahiplerine
itaat edin. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bir
şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta Allah'a ve
Peygamber'e
müracaat edin. Bu, (herkes için) hem hayırlı, hem de sonu
pek güzeldir."diye
hitap etmiştir. Diğer bir ayette de: "Eğer onu (aşikâr
ettikleri sırrı)
Pey-gamber'e ve içlerinden emre salahiyeti olanlara
götürselerdi, elbette onlardan istinbat edenler, onu
bilirlerdi. Allah'ın size ih-sanı ve acıması olmasaydı, pek
azınız müstesna, şeytana uyup gitmiştiniz." diye
buyurmuştur. Allah'a götürmek, O’nun kitabının apaçık emrine
sarılmaktır. Resule götürmek de onun ihtilafa mucib olmayan
apaçık sünnetine tabi olmaktır.
Biz Resulullah’ın
Ehl-i Beyt’i,
Kur’an’ın muhkem ayetlerinden istinbat ederiz; müteşabih,
nasih ve mensuh ayetlerini de biliriz.
(Ey Malik,)
düşmanlara karşı, onlar gibileri hakkında bizim yaptığımız
muamele gibi muamele et. Bizden gelen emirleri alabilmen
için, vuku bulan her olayı ve haberi ardarda bize bildir;
Allah yardımcıdır.
Sonra halis bir niyetle halk arasındaki yargı meselesini göz
önünde tut. Çünkü mazlumun hakkını zalimden, güçsüzün
hakkını güçlüden almak ve ilahi haddi sünnet ve şeriat
gereğince uygulamaktan ibaret olan yargı, Allah'ın kullarını
ıslah eden ve ülkeyi bayındır hale getiren şeylerden
biridir.
Sence halkın gözünde ilim, sabır, züht, takva ve cömertlik
açısından daha üstün olan, işin çokluğundan dolayı nefesi
kesilmeyen, dava taraflarının müracaatı kendisini inatçı ve
bencil kılıp görüşü üzerinde ısrar etmesine sebep olmayan,
bir yanlışlık yaptığında yanlışlığı üzerinde ısrar etmeyen,
hakkı tanıdığında hakka dönmekten rahatsız olmayan, halkın
malına göz dikmeyen, gerçekleri anlamakta ilkel ve yetersiz
teşhislerle yetinmeyen, şüpheli konularda herkesten daha
fazla ihtiyat eden, herkesten daha fazla delillere uyan,
davacıların sürekli müracaatta bulunmasıyla dize gelmeyen,
gerçeğin bilinmesinde diğerlerinden daha sabırlı olan,
gerçek ortaya çıktığında ise diğerlerinden daha ciddi olan,
övgü, takdir ve dalkavuklukla kendisini kaybetmeyen,
mübalağa ve demagojiyle tahrik olmayan ve propagandaya kulak
vermeyen kimseleri bu şerefli yargı makamına seç. Fakat bu
özelliklere sahip yargıçlar çok azdır. Sonra onların
hükümlerinden de haberdar olmaya çalış, geçimlerini
fazlasıyla temin et ki, bu yönden bir mazeretleri kalmasın;
ondan aldığı destekle halka ihtiyaçları azalsın. Katında
gafil avlanmaktan emin olmaları için onlara, senin
yakınlarından hiçbirinin göz dikemeyeceği yüksek bir mevki
sağla. Huzuruna geldiklerinde onlara tazim et; mecliste
onlara kendi yanında yer ver. Verdikleri hükümleri imzala,
icra et ve onlara destek ol. Yardımcılarını, onlar gibi
beğendiğin fakihlerden, takva ehlinden, Allah ve kulları
için hayır isteyen kimselerden seç ki, bir iş şüpheli
olduğunda ve hak gizli kaldığında gerçeği bulmak için onları
konuşsun ve onların bilgisinden kendisine gizli kalan şeyde
yardım alabilsin; yine onlar, halkın arasında verdiği
hükümlere şahit olsunlar, Allah'ın izniyle.
Daha sonra, etrafında bulunan hadis ravileri arasından
Allah'ın hükmünde ve
Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih'in
sünnetinde birbirleriyle ihtilafa (çelişkiye) düşmeyen
kimseleri kadı olarak seçmekte gayret göstermelisin. Zira
hükümde ihtilafa düşmek adaleti yok eder, dinde gaflete
dalmaya sebep olur ve halk arasında tefrikaya yol açar.
Allah-u Teâla halkın birbiriyle geçinme ve mali işler
konusundaki vazifelerini açıklamıştır. Bilmedikleri şeyleri,
Kur'an'ın ilmini emanet ettiği ve ahkâmı korumayı uhdelerine
bıraktığı kimselere (Ehl-i Beyt’e) havale etmeyi
emretmiştir. Yargıçların ihtilafa düşmesi, zulmün ve
bencilliğin onların arasına girmesi, itaati farz kılınan
kimselere müracaat etmeksizin kendi görüşleriyle
yetinmelerinden dolayıdır. Bu tür hareketler ne dinin
salahınadır, ne de Müslümanların yararına. Yargıcın vazifesi
sünnet ve elinde bulunan rivayetlere uygun yargıda
bulunmasıdır; aciz kaldığında ise yargı işini ehline
bırakmalıdır. Ehlini bulamadığı takdirde diğer fakihlerle
istişare etmelidir; bundan başka bir çözüm yolu aramaya
hakkı yoktur. İki Müslüman yargıcın "veliyy-i emre" müracaat
etmeksizin ihtilaflı bir mesele üzerinde durmaya hakları
yoktur. Veliyy-i emir Allah'ın ona öğrettiği ilimle, onların
arasında yargıda bulunduktan sonra her ikisinin de o hükmü
kabul etmeleri lazımdır, ister onların görüşüne uygun olsun,
ister olmasın. Bu vazifeye çok dikkat et. Çünkü bu din, kötü
kişilerin ellerine tutsak düşmüştü. İslam nizamı nefsî istek
ve arzularla yürütülüyordu; din, dünyanın adi ve basit
amaçlarına ulaşmak için bir vesile kılınmıştı.
Şehirlerin yargıçlarına ihtilaf ettikleri her meseleyi sana
bildirmelerini yaz. Sonra bu meselelere derince bir bak;
Allah'ın kitabına,
Peygamber'in sünnetine ve İmam’ının hadisine uygun
gördüğünde imzalayıp onları bu işi yapmaya mecbur kıl. Hakkı
teşhis edemediğin ve mesele şüpheli kaldığı takdirde, hükmün
altında bulunanların etrafındaki fakihleri bir araya topla,
meseleyi onlarla görüş, sonra onların ittifak ettikleri
görüşü geçerli kıl. Zira halkın ihtilaf ettiği her mesele,
imama havale edilmelidir; imam da ilahi hadleri uygulamakta
Allah'tan yardım dilemeli, onu icra etmekte gayret
göstermeli ve halkı kendi emrine itaat etmeye mecbur
kılmalıdır. Ve güç ancak Allah’tandır.
Sonra memurlarına dikkat et. Onları sınadıktan sonra tayin
et; onları şahsi eğilimlerinle ve rasgele tayin etme; çünkü
bu iki iş (şahsi eğilim veya rasgele bir yetkiliyi tayin
etme) zülüm ve hıyanetin çoğalmasına, halkın ise
çaresizliğine sebep olur. İşler, ifsatla düzene girmez.
Takvalı, bilgili, siyaset bilen şahısları işlerin başına
getir. Bunları temiz ailelerden, İslam'a eskiden girmiş
olanlardan, tecrübe ve hayâ sahibi kişilerden seç; çünkü
onlar, ahlakça en üstün, namusça en doğru, kötü arzulardan
kurtulmuş, tamahları en az, işlerin sonuçlarını en fazla
dikkate alan kişilerdir. Bunlar, üzerine aldığın
mesuliyette, sana yardımcı olmalıdırlar. Böyle yardımcılar
bulduğunda onların ücretlerini bol bol ver ki, kendilerini
doğrultsun, güçlerini kazansın ve elleri altında bulunan
Müslümanların mallarını yemekten uzak dursunlar. Aynı
zamanda, emrine uymayıp emanetine hıyanette bulunurlarsa bu,
onların aleyhine bir delil olur sana. Sonra, işleri teftiş
et, onlara doğru ve vefalı müfettişler gönder (hallerini ve
işlerini görüp, anlayıp sana bildirsinler). Çünkü onların
haberleri olmadan senin onlardan haberdar olman, onların
emin bir surette iş görmelerine, halka yumuşaklıkla
muamelede bulunmalarına sebep olur. (Onların içinde)
zalimlere yardım edenlerden korun. Onlardan biri,
vazifesinde hıyanet eder de müfettişlerin verdikleri rapor
onun aleyhinde toplanırsa, bu tanık olarak yeter sana. Artık
ona bedenî cezayı verebilir, yaptığına karşılık onu suçlu
tutar, aşağılayarak onu hıyanet damgasıyla dağlar ve töhmet
zincirini boynuna vurabilirsin.
Vergi işini de araştır, memurlarının işlerini düzene sok,
çünkü haraç durumu ve vergi memurlarının işinin düzene
girmesi, diğerlerinin işinin de düzene girmesi demektir.
Onlardan başkaları, ancak onların işlerinin düzene
girmesiyle düzene girebilir. Çünkü insanların hepsi verginin
ve vergi memurlarının ehl-i ayalidir (onların topladığı
vergiyle idare edilirler). Ancak, vergi toplamaktan ziyade
memleketin kalkınmasına dikkat etmelisin; çünkü vergi
memleket kalkınmadıkça toplanamaz. Memleketi kalkındırmadan,
bayındır hale getirmeden vergi isteyen, şehirleri yıkıp
mahveder ve Allah'ın kullarını helak eder; böyle bir buyruk
sahibinin işi ve idaresi, pek az bir müddet sürer.
Sonra da bütün şehirlerin vergi memurlarını huzuruna çağırıp
kendi şehirlerinin durumunu, ihtiyaçlarını ve vergi toplamak
için kolay olan yollar hakkında açıklamada bulunmalarını
onlardan iste. Daha sonra diğer uzmanlardan da meseleyi sor,
öğren; vergi verenler verginin ağırlığından, veya vergi
verecekleri şeylere bir afet gelmesinden, yahut içecekleri,
sulayacakları suyun kesilmesinden veya bir bendin yıkılıp
araziyi su basmasından, toprağın kaymasından, yahut da
mahsulün mahvolmasından şikayet ederlerse, hallerini düzene
sokacak bir derecede vergilerini azaltman gerekir. Eğer mali
güçleri noksanlıklarını gidermek için zayıf olur da senden
yardım dilerlerse, esirgeme, geçimlerini sağla. Zira böyle
bir işin sonucu (ülkenin ve halkın) yararınadır. Bu sana güç
gelmemeli. Çünkü bu bir yatırımdır; ülkenin mamur olması ve
vilayetinin (memleketinin) bezenmesine sebep olacak, tekrar
hazinene geri dönecektir.
Ayrıca (servet toplamak yerine halka iyi muamelede
bulunmakla) halkın, sevgisini, saygısını, iyimserliğini
kazanmış olursun ve hayrın çoğalmasına, halkın kolaylıkla
sana cezbolmasına sebep olursun. Vergi zorla, baskıyla ve
azarlamakla elde edilen bir şey değildir. Bu büyüklük ve
fedakârlık (vergiyi bağışlaman), seninle halkın arasında
olan bir ahittir. Bir olay vuku bulduğunda (ve yardımlarına
ihtiyaç duyduğunda) kendilerine hizmet ettiğin, refah
düzeyini yükselttiğin, iyi muamelede bulunduğun halka
güvenebilirsin. Onları esirgeyişin, haklarında adaletle
muamele edişin ve yumuşak davranışın da buna sebep olur. Bu
olayda mazur olduğunu (onlara hıyanet etmediğini) bildikleri
için dileğini seve seve kabul ederler; bunun meşakkatine
katlanırlar, emrini yerine getirirler. Çünkü ülkede vücuda
gelen bayındırlık ve servet, onlara yükleyeceğin yüke
katlanmaları için onlara kuvvet verir.
Bir yerin harap olması, oradaki halkın yoksul düşmesiyle
başlar; oradaki halkın yoksulluğuysa valilerin israf
etmelerinden, valilikte kalacaklarına emin olmamalarından,
ibret alınacak şeylerden az ibret almalarından kaynaklanır.
Sen kendi hükümetinde, biriktirdiği şeyin halkın övgüsü,
Allah'ın sevabı ve imamın sevgisi olmasını seven bir kimse
gibi hareket et. Güç ve kuvvet yalnızca Allah'tandır.
Sonra kâtiplerini de teftiş et; her birisinin ihtiyacını
öğren, onlara derece ve makam tayin et; onların en iyi
olanlarını iş başına getir. (Düşmanlara karşı) kullanacağın
düzenlerini, gizli tuttuğun sözleri içeren mektupları, edep
ve ahlak açısından herkesten daha temiz ve iyi olan, büyük
işlerde görüş alış verişine (daha fazla) salahiyeti olan,
görüş sahibi, iyiliğini isteyen ve akıllı olan, herkesten
daha fazla sırrı saklayan, izzet ve ihtiram kendisini mağrur
etmeyen, azdırmayan, durum ve makamları yalnızlıkta veya
topluluğun önünde kendilerini sana karşı durmaya
cesaretlendirmeyen kişilere teslim et. Bu kâtiplerin,
etraftan (memurlarından) gelen mektupları sana sunmakta
gaflet etmemeleri, senden aldıkları emri aldıkları gibi
bildirmeleri, senin lehine yapılan bir antlaşmada gevşek
davranmamalı, aleyhine olan anlaşmayı bozmakta zaaf
göstermemeleri ve işlerde sahip oldukları mevkilerini ve
hadlerini bilmeleri gerekir; çünkü kendi haddini bilmeyen
kişi başkasının haddini asla bilmez.
Normal mektupları, gelir defterleri ve ordunun divanı gibi
daha küçük işleri de dikkat göstererek seçtiğin kimselerin
yetkisine bırak. Zira bunlar da önemli işlerdir; senin için
faydalı olduğu gibi, yönettiğin halkın da yararınadır. Sonra
onları kendi anlayış ve ferasetine güvenerek ve kendilerine
olan eğilimine ve hüsn-ü zannına dayanarak seçme; çünkü bazı
insanlar, göstermelik hareketlerde bulunup, güzel hizmetler
vererek kendilerini valiye iyi tanıtabilirler; oysaki bu
göstermelik hareketlerin ötesinde ne öğüt vermek vardır, ne
de emanete riayet etmek. Senden önceki temiz kişilerin
seçtikleri kişilere bak; halka karşı en güzel muamelede
bulunanları, emanete riayetle tanınmış onurlu kişileri iş
başına getir. Bu, (önceki durumlarını nazara almak, onları
seçmekte dikkat etmek) Allah'a ve işe atadığın kişilere
karşı sorumluluk hissi taşıdığını gösterir. Daha sonra bu
memurlarına, halkla iyi geçinmelerini ve onlarla güzel
konuşmalarını emret.
Her işinin başına, işin büyüğü kendisine güç gelmeyecek,
işlerin çokluğu, kendisini şaşırtmayacak bir başkan seç.
Daha sonra kendin, onların gizli durumlarını ve hallerini
araştır; muhtaç olanların ve mesajları sana ulaşan
kimselerin işlerini incele. Onların (kâtiplerin) vali ve
kendi imamları karşısındaki durumlarının ve tutumlarının ne
şekilde olduğuna dikkat et. Çünkü kâtiplerden çoğunun huyu,
çabuk usanmak, tekebbür ve bencilliktir; ama Allah bir
kimseyi korursa o başka. Halk, ihtiyacını sunmaya ve onu
istemeye mecburdur. Kâtiplerinden birinde bir ayıp görür de
aldırmazsan, o ayıpla sen de ayıplanırsın; nitekim onlarda
bir fazilet olursa, Allah katında sana olan sevaba ilave
olarak, o fazilet, senin hesabına da kaydedilir.
Tacirlere, sanat ve zanaat sahiplerine gelince; onlara iyi
davranmalısın. Onlarla ilgili tavsiyelerimi kabul et ve
onlara karşı hayırlı ol. Kendin de elin altında bulunan
memurlara, onlara karşı iyi davranmalarını tavsiye et.
Onlardan bir kısmı, oturdukları yerlerde ticaretle uğraşır.
Bir kısmıysa bir yerden bir yere gider, mal götürüp getirir.
Bir başka grubu da halkın muhtaç olduğu şeyleri ellerinin
emekleriyle hazırlarlar. (Bunlara iyi muamelede bulun;)
çünkü bunlar, yarar kaynaklarıdırlar; uzun yollar aşarak,
ülkendeki karalarda, denizlerde, düzlüklerde, dağlıklarda
gezerek, başkalarının tabiatına uygun gelmeyen bölgelere ve
halkın bir adım atmaya cesaret edemediği düşman ülkelerine
giderek yarar sağlarlar. Bu sınıfın ihtiramını gözet,
yollarının emniyetini temin et; haklarını al. Bunlar
(işlerinin tabiatı gereği) başkalarına zararı olmayan, salim
kimselerdir. Kötülüklerinden korkulmaz, barışçıdırlar
(bunlar tarafından bir isyan ve kargaşanın baş
göstermesinden endişelenmemek gerek). Onların nazarında en
sevimli iş, emniyeti daha fazla koruyan ve hükümdara yararı
daha çok olan işlerdir.
Bulunduğun yerde onların işlerini gör-gözet. Uzak ve yakın
şehirlerde de hallerini izle. Ama şunu da bil ki, bütün
bunlarla beraber, bunların çoğunda aşırı bir hırs, kötü bir
cimrilik, faydalı şeyleri stok etme ve azalınca değerinden
fazlaya satma çabası vardır; buysa halkın zararına sebep
olduğu gibi valilere de (buna göz yummak) ayıptır,
noksanlıktır.
Stokçuluğu yasakla; çünkü
Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih de
yasaklamıştır. Alış veriş, güzel surette, adalet
terazileriyle, satanın da alanın da zarar etmeyeceği bir
fiyatla olmalıdır. Sen, stokçuluğu nehyettikten sonra onu
yapmaya kalkışan olursa cezalandır; fakat cezada pek ileri
gitme. Zira, Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih de böyle yaptı.
Sonra Allah için, Allah için aşağı tabakayı gör-gözet; onlar
başvuracakları bir düzen (çare) bulamayan, oldukça yoksul,
muhtaç, darlıkta bunalmış, dertlere tutulmuş, kazançtan aciz
kalmış kişilerdir. Bu sınıfın içinde dilenenler olduğu gibi
bir şey umup bekleyenler, fakat kimseden bir şey
istemeyenler de vardır. Öyleyse, Allah'ın senden korumanı
istediği kimselerin hakkını koru. Onlara, memur olduğun
beyt-ul maldan, her şehirde, Müslümanların ganimet olarak
elde ettikleri ve devlete ait olan arazinin gelirinden,
ekininden pay ayır. Onların yakın yerlerde olanlarıyla
uzaklarda bulunanları aynı hakka sahiptir ve sen onlardan
her birisinin hakkına riayet etmekten sorumlusun. Hiç bir
düşünce seni, mahrumların durumuyla ilgilenmekten
alıkoymasın. Ehemmiyetli işleri sağlamlaştırman, küçük
sayılan işlere bakmaman için bir mazeret sayılmaz. Onlara
karşı dikkatsiz ve himmetsiz olma; yüzünü de kibirle
onlardan çevirme. Allah rızası için alçak gönüllü ol ki,
Allah seni yüceltsin. Güçsüzlerin karşısında tevazu kanadını
ger. Onlara, kendini bu tavra muhtaçmışsın gibi göster.
Onların, gözlere hor görünenlerini, insanlar tarafından
aşağı sayılanlarını, fakat sana gelip hallerini
anlatmayanlarını sen ara, bul. Onları bulmak, hallerini
sorup anlamak için Allah'tan korkan, onlara karşı
böbürlenmeyen, güvendiğin kişileri yolla ki, onların
hallerini sana bildirsinler. Sonra haklarında öylesine
harekette bulun ki, Allah'a ulaştığın gün, onlar hakkında
mazeret göstermeye kalkışmayasın. Çünkü bunlar, halk içinde
başkalarından daha fazla insafa muhtaç kişilerdir. Bütün bu
sınıfların haklarını vermekte (olacak kusurdan dolayı)
Allah'tan af dile.
Yetimlerden, kötürümlerden, ihtiyarlardan bilhassa çaresi
olmayan ve kimseden bir şey dilemeyen kimselerin
durumlarıyla ilgilen; onlara (beyt-ul maldan) azık tayin et.
Çünkü bunların hepsi Allah'ın kullarıdır. Onları bu durumdan
kurtarmak, azıklarını vermek, haklarını temin etmekle
Allah'a yaklaş. Zira amellerin ihlası, niyetlerin
doğruluğuna bağlıdır.
Ayrıca halktan bazıları, kendi ihtiyaçlarını hakimin
huzurunda bizzat dile getirmedikleri takdirde, işlerinin
kendilerinin gıyabında yürütüleceğinden emin olmazlar. Bu
ise, valilere ağırdır. Fakat hakkın hepsi de ağırdır. Ancak
Allah, hayırlı bir sonuca varabilmek için sabredip de
Allah’ın sabredenlere vaat ettiği sevabın gerçek olduğuna
inananlara o yükü hafifletir. Sen de bu sınıftan ol,
Allah'tan yardım dile.
Zamanının bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayır; bu süre
içerisinde kendini onlara vakfet; bunların işlerine bakmak
için, zihnini her türlü meşguliyetten temizle; onları
huzuruna çağır, yanında oturt ve onlarla görüşüp dertlerini
dinle; seni yücelten ve sana makam veren Allah için tevazu
et. Askerlerinden, yardımcılarından, koruyucularından,
güvenlik ekibinden hiç kimse onları korkutmasın, onlara mani
olmasın, o mecliste (halkın huzurunda) alçak gönüllü ol;
onlarla yüz yüze geldiğinde, konuştuğunda yumuşak davran ki,
onlar seninle konuşmak istediklerinde korkmadan, çekinmeden
konuşsunlar. Resulullah
salla’llâhu aleyhi ve alih’in birçok yerde: "Zayıfın
korkup çekinmeden, dili dolaşmadan sözünü söyleyip
kuvvetliden hakkını alamadığı toplum ne temizliğe ulaşır, ne
kutluluğa kavuşur." buyurduğunu duymuşumdur.
Sonra onların sert konuşmalarına, söz söylerken ağır laflar
edenlerine tahammül et; darılmayı, sinirlenmeyi, onlarla
görüşmekten kibirlenerek kaçınmayı da bırak ki, Allah da bu
yüzden sana her taraftan rahmetlerini açıp yaysın; O’na
itaat edenlerin sevaplarını sana versin. İhsanda bulunduğun
zaman, minnet yükleme ki, verdiğin ona sinsin; vermediğin
zaman da güzellikle, özür dileyerek, tevazu ederek verme ki,
hiç olmazsa isteyen kişi rahatsız olmasın. Şüphesiz, Allah-u
Teâla tevazu eden kimseleri sever.
Yardımcılarından en aziz ve değerlisi, herkesten daha
yumuşak davranan, müracaat edildiğinde daha güzel
karşılayan, zayıf ve güçsüzlere daha çok lütufta bulunan
kimseler olmalıdır, inşaallah.
Bazı işler de vardır ki, bizzat senin yapman gerekir.
Bunlardan biri, kâtiplerinin cevap veremeyecekleri
mektuplara cevap vermendir. Biri de halkın ihtiyacı sana
arzedildiğinde, o ihtiyaçları gidermendir. Biri de kâtip ve
hazinedarların yetkilerine bırakılan bütçeleri inceleyip
öğrenmektir. Bu vazifede gevşeklik gösterme ve işi
geciktirmeyi de ganimet bilme. Kalben ve fikren rahatlaman
için bu işlerden her birisine ilgili amirlerle konuşup
tartışacak bir memur tayin et. Herhangi bir işi, o işle
ilgilenen yetkiliyle istişare ettikten ve üzerinde düşünüp
taşındıktan sonra imzala. Her işin şefi, nezaretçisi, (doğru
bildiği) hükmü vermede senden çekinmemeli, icra edilemeyecek
görüşleri de dile getirmemelidir.
Her günün işini, o gün gör. Çünkü her gün yapılacak bir iş
vardır. Temiz niyetle ve halkın esenliğe erişmesi için
yapılan bütün işler ve sarfedilen bütün vakitler Allah için
olsa da, sen vakitlerin en üstününü ve en büyük bölümünü
kendinle Allah arasındaki kulluğa ayır.
Allah için dinini halis kılan ve yalnız Allah için olan
farzlara, bilhassa dikkat et. Gecende, gündüzünde bedenî
ibadetlerini, gerektiği gibi eda et. Ama müstehap namazlar
yalnız Peygamber'e
gerekli kılınmıştır. Zira Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:
"Gece-nin bir kısmında uyanıp namaz kıl, senin için
nafile olarak; (bu namaz, sana mahsustur ve farz
namazlardan fazla bir namazdır;) umulur ki Rabbin
seni beğenilmiş ve övülmüş bir makama ulaştırır." Allah,
bu vazifeyi yalnız
Peygamber'e mahsus kılmış, bu vesileyle de ona
ikramda bulunmuştur; başkaları için bu, ihtiyarî ve müstehap
bir ameldir. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kim farz
olmayan bir hayır işlerse, şüphe yok ki Allah, ona mükâfatta
bulunur." Öyleyse
Allah'a ve O’nun keremine yaklaşmaya sebep olan her işi çok
yap. Farizeleri, kusursuz ve noksansız bir şekilde,
meşakkatli olsa bile yerine getir. Halka namaz kıldırdığın
zaman, namazı uzatıp onları usandırmadan, çabuk, fakat
erkânını yitirmeden kıldır; çünkü halk içinde hasta ve işi
olan vardır. Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih beni Yemen'e gönderdiği
zaman Resulullah'a:
“Onlara nasıl namaz kıldırayım?” diye sordum; "En zayıfının
kıldığı namaz gibi kıldır, insanlara karşı merhametli
davran." buyurdular.
Bütün bunlardan sonra derim ki: Buyruğunun altında
bulunanlardan uzun müddet gizli kalma; çünkü valilerin halka
görünmemeleri sıkıcıdır (halkı sıkar); valilerin işler
hakkında bilgisiz kalmasına yol açar. Onlardan gizlenmek,
valilerin birçok şeyi bilmelerine engel olur. Dolayısıyla
büyük şeyler onlara küçük görünür; küçük şeylerse gözlerinde
büyür; güzel ve iyi, çirkin görünür; çirkinse güzelliğe
bürünür; hakla batıl birbirine karışır gider. Vali de bir
insandır ancak; bir işi ondan gizlerlerse bilemez, gizli
kalanları göremez. Sözün üzerinde doğruyu yalandan ayıracak
bir alamet bulunmamaktadır. Öyleyse hakların karışmasını
önlemek için perdeyi incelt. Sen iki kişiden birisin ancak:
Ya hak yolunda eli açık, cömert birisin; o halde gereken
hakkı verdikten sonra ve iyi iş gördükten sonra neden
gizlenesin? Ya da cimri birisin; bağışından ümidini
kestikten sonra artık halk senden bir şey istemez ki; o
halde ne diye onlara görünmeyesin? Kaldı ki halkın sana
müracaatlarının çoğunun sana bir ağırlığı yoktur; ya zulme
uğradıklarından şikâyetçi olur; ya da adalet isterler.
Anlattığım şeylerden yararlan; hidayetini, saadetini
garantileyen şeyle yetin, inşaallah.
Sonra yöneticilerin kendi reyleriyle hareket eden,
tekebbürde bulunan, muamelede insafları az olan bazı
adamları olabilir; bunların sebeplerini gidererek onları
kökten yok et. Yakınlarına, yanında bulunanlara özel bir
arazi verme veya yüklerini başkalarına yükleyerek diğer
insanlara zararı dokunacak şekilde su kullanmada ve ortak
bir işe girişmede anlaşma yapmaları için destek olma; bunun
yararı sana değil, onlara olur, ayıbı ise dünya ve ahirette
sana kalır. İşler sana ulaştığında, adaletle hükmet. Yakın
olsun, uzak olsun, kime gerekiyorsa hakkını ver; bu hususta
sabırlı ol, mükâfatını Allah'tan iste, akraban ve yakınların
hakkında bile haktan ayrılma; işin sonunu düşün; isterse ona
ağır gelsin bu iş; hayır olduğu sence malumsa yapmaktan
çekinme; hakkını yerine getir.
Her ne zaman (yanlış anlaşılma) sonucu halk zalim olduğun
düşüncesine kapılırsa (işin gerçeğini dile getirip yaptığını
yorumlayarak) mazeretini onlara açıkla ve sana olan
kötümserliği gider. Bu (halkla yüzyüze gelip meseleyi
onlarla ortaya koymak) nefsin için bir riyazet ve buyruğun
altındakilere de yumuşaklıkla muamelede bulunmaktır. Bu
vesileyle halkı güzel ve yumuşak ahlak vesilesiyle hak yola
hidayet etmekten ibaret olan muradına da erersin.
(Dış siyaset ve düşmanla muamele konusuna gelince:)
Düşmanın, seninle barışmak isterse reddetme. Barışta
Allah'ın rızası, ordunun huzuru vardır; böylece sen de
sıkıntılarından kurtulmuş olursun; şehirlerinse güvenliğe
kavuşmuş olur. Ama barıştıktan sonra da düşmanından sakın;
çünkü çok kere düşman yaklaşır, gafil olmanı bekler. Şu
halde ihtiyatla hareket et, ihtimali olan her tehlikenin
önüne sed çek, bütün işlerde de Allah'a güven. Bir sorun
çıkıp da düşmanla barışmak veya düşmana güvence vermek
zorunda kalırsan, verdiğin söz ve yaptığın antlaşmaya riayet
ederek nefsini ona verdiğin söze (ahde) kalkan yap. Çünkü
Allah'ın farzlarından hiç biri ahde (antlaşmaya) bağlı
kalmak gibi değildir. Dilekleri birbirine aykırı, reyleri,
akideleri, dinleri çeşit çeşit olduğu halde tüm milletler
(verdikleri söz ve imzaladıkları) antlaşmalarına
bağlıdırlar. Çünkü antlaşmayı bozmanın ve gaddarlığın vahim
sonuçlarını, müşrikler dahi idrak etmiş ve bağlılığı gerekli
saymışlardır. Durum böyle iken sen (ey Müslümanların emri)
antlaşmanı bozma, antlaşmaya bağlılığı bir kenara itme,
buna riayet et, hıyanette bulunarak düşmanını aldatma; çünkü
bu hususta Allah'a karşı cürette bulunan, çok cahil bir
kimsedir. Allah ahdini, güvencesini kulları arasında bir
rahmet olarak yaymıştır, o herkesin rahat edeceği bir
emniyet kalesidir ve herkesin sığınacağı bir haremdir.
Herkes ona doğru koşar. Onu bozmak, ona hıyanet etmek, ona
hile katmak olmaz.
Sakın karşılaştığın darlıktan dolayı Allah adına verdiğin
ahdi bozmaya kalkışma. Zira senin, kurtuluş ümidi olan ve
sonunda üstünlük umulan bir darlığa sabretmen, yarın kötü
akıbetinden korkacağın bir hıyanetten, Allah'ın seni sorguya
çekmesinden, dünya ve ahirette (özrünün) kabul olmamasından
daha hayırlıdır.
Haksız olarak kan dökmekten sakın. Çünkü azaba sebep olmak,
ağır belaya yol açmak ve nimetin ortadan kalkıp ömrün
çürümesine sebep olmak bakımından hiç bir şey haksız olarak
dökülen kan gibi etkili değildir. Kullar arasında döktükleri
kanlar hakkında (kıyamet günü) bizzat Allah hükmedecektir.
Öyleyse, haram olarak kan dökmekle makam ve kudretini
korumaya kalkışma. Çünkü bu, makam ve kudretin yok olmasına,
onların zevale uğramasına sebep olur. Kendini Allah'ın
gazabına uğratmaktan sakın. Allah-u Teâla zulümle
öldürülenin mirasçısına (intikam almakta) bir kudret vermiş
ve şöyle buyurmuştur: "Kim zulümle öldürülürse
mirasçısına, öldürene karşı bir kudret ve salahiyet verdik,
ancak öldürmede aşırı gitmemeli; şüphe yok ki yardıma da
mazhar edilmiştir o."
Bilerek kan dökme hususunda ne Allah katında bir özrün kabul
edilir, ne benim yanımda; çünkü cezası kısastır bunun.
Suçluya ceza verdiğinde yanlışlıkla kamçın, yahut elin onun
ölümüne sebep olursa, kudretine güvenip ululanarak,
öldürülen kişinin velilerine, onun diyetini Allah'ın rızası
için vermekten kaçınma.
Kendini beğenmekten, seni kendini beğenmeğe sevkeden şeylere
güvenmekten ve övülmeyi istemekten çekin; çünkü bunlar,
ihsan sahiplerinin ihsanlarını yok etmek, mükâfatlarını
mahvetmek için, şeytanın gözettiği en güvenilir
fırsatlardandır.
İdarende bulunanlara ihsanda bulunduğunda, onları minnet
altında bırakmaya (ihsanını başlarına kakmaya)
kalkışmayasın. Yaptığını çok görmekten de çekin. Söz
verdiğinde, sözünden dönme; onlarla acele olarak da (gelişi
güzel) konuşma. Başa kakmak, ihsanı yok eder; sözden dönüş,
Allah'ın gazabına ve halkın nefretine yol açar; Yüce Allah:
"Allah katında en beğenilmeyen şey yapmayacağınız şeyi
söylemenizdir." buyuruyor.
İşleri, zamanı gelmeden önce alelacele yapmayasın; yapma
zamanı geldiğinde de bir işi ihmal etmeyesin; doğruluğu
sence belli olmayan işi yapmakta da ısrar etmeyesin, ama
doğruluğu açıkça olan işi de baştan savma. Her işi zamanında
ve yerinde[AY1]
yap.
Herkesle bir ve eşit olduğun şeylerde kendi payını
çoğaltmaya kalkışma; herkesin gözettiği şeylerde gaflete
düşme; çünkü sen, başkalarına da örneksin. Az bir zaman
sonra işleri örten perdeler açılır, Allah’ın azameti zuhur
eder ve mazlumların hakkı zalimlerden alınır.
Öfkeni yen, kendine sahip ol. Elini, dilini gözet. Bütün bu
hâllerde hemencecik cezâ vermekten çekin; cezâyı geriye at.
Öfkelendiğinde, kızgınlığının yatışması ve ihtiyarını
kullanabilmen için göğe taraf bak. Bunları, Rabbine
ulaşacağına inanarak derdini ve üzüntünü çoğaltmadıkça
uygulayamazsın.
Bil ki, bu ahitnâmede senin hidayet olman için gerekli her
şey hazırlanmış ve yazılmıştır. Allah dilerse, seni hidayet
eder ve bizden gördüğün bütün şeylerden öğüt alma tevfikini
sana verir. Sonuçta yönetimin adalet, üstün kanunlar,
Peygamber’inin
sünneti ve Allah'ın kitabındaki farzlar üzere kurulu olur ve
bizim nasıl hareket ettiğimizi, gördüğün miktarda örnek
edinir ve ahitnâmede sana verdiğim buyruklara uymaya kendini
zorlarsın. Nefsine uymak hususunda bir gevşeklik göstermemen
için bu kadar delil getirdim sana. Ancak Allah (c.c.) insanı
kötü şeylerden korur ve hayırlı işlere muvaffak eder.
Resulullah
salla'llâhu aleyhi ve alih'in bana olan vasiyetlerinden
bir kısmı da namaz, zekât ve kölelerin hakkına riayet etmeye
teşvik konusuydu. Ben de bu ahitnâmeyi aynı tavsiyede
bulunmakla sona erdiriyorum. Güç ve kuvvet ancak büyük ve
yüce Allah’tandır.
Ve, benim ve senin, kullar arasında mazeretleri keserek açık
delilleri ikame etmemizi, kulların en güzel anışlarına, iyi
ve yerinde övüşlerine mazhar olmamızı, şehirlerde iyi ve
güzel eserler bırakmamızı, nimetin hakkımızda tam olgun
olarak, lütuf ve ihsânın kat kat fazlasıyla verilmesini,
benim de, senin de ömrümüzün kutlulukla ve şehit olarak
tamamlanmasını, Allah'ın bol ve sayısız rahmetine, pek büyük
kudretine, her dilenen şeyi lütfedip vermesine sığınarak,
niyâz etmekteyim ve biz, gerçekten Allah'ın rızâsını
istemekteyiz.
Allah'ın salâtı ve selâmı
Resulullah'a ve tertemiz soyuna olsun.