16- Dünya ve Onun Zevklerİnİ Yermesİ Hususundakİ
Sözlerİ
Dünyadan çekinmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü dünya,
(zahiri) tatlıdır; yemyeşildir (görünüşü güzeldir);
özlemlerle kaplanmıştır; çabuk elde edilen fakat hemen
geçip giden zevkleri için sevilir; dileklerle mamur
olur, aldatmayla süslenir; fakat verdiği sevincin bekası
yoktur; onun ansızın gelen musibetinden güvende olunmaz.
Pek aldatan, çok zarar veren, yok olup biten, geçip
giden, yiyip bitiren ve helak edendir. Onu isteyenler,
onu elde etmeye razı olanlar, dileklerini elde etseler
bile, noksan sıfatlardan münezzeh olan, şanı yüce
Allah'ın, şu: "(Dünya yaşayışı) gökten yağdırdığımız
yağmura benzer; yeryüzünün bitkilerini sular,
bünyelerine girer de onları yeşertir, yetiştirir; derken
bitkileri kurur, ufalanır, yeller de onları savurur
gider ve Allah'ın her şeye gücü yeter." buyruğundan
öteye geçmez.
Hiçbir sevinip gülen yoktur ki, ardından dünya onu
kedere düşürmüş olmasın, ağlatmasın. Bolluğuyla bir
karnı doyurursa, sonunda yokluğunu onun sırtına yükler.
Onda bolluk getiren hiç bir yağmur yoktur ki bela bulutu
onu izlemesin. Sabahleyin (birine) yardım ederse,
akşamleyin artık onu tanımaz. Bir kimse için bir tarafı
yutulması kolay, tatlı olursa, öbür yanı acı ve hastalık
olur. Akşamleyin onda esenlik elbisesi giyen, korkulara
düşerek sabahlamıştır.
Dünya aldatıcıdır, onda ne varsa hepsi de insanı
aldatır. Fanidir, onda olanların hepsi de yok olur.
Azıkları arasında günahlardan çekinmekten (takvadan)
başka hiç bir şeyde hayır yoktur. Dünyadan az bir şeye
razı olan, kendisini emniyete kavuşturacak çok şeyi
kazanmaya yönelir. Ondan çok şey elde edenin elde ettiği
ebedi olarak kalmaz ve çok çabuk elinden çıkıverir. Dünya,
nice güvenenlerini ansızın gelen musibetlere düşürmüş ve
nice inananlarını yere vurmuştur; nice ihtiyatlı
insanları aldatmış ve nice büyükleri hor-hakir etmiştir;
nice mütekebbirleri aç ve fakir kılmış ve nice taht ve
taç sahiplerini yüz üstü düşürmüştür.
Dünyanın saltanatı zillettir; yaşayışı bulanıktır. Tatlı
suyu, acı ve tuzludur; tadı dili damağı acıtır. Dirisi
ölüme, sıhhatlisi hastalığa hedeftir; kuvvetli olanı
yıkılmaya maruzdur. Malı-mülkü geçicidir. Azizi mağlup
düşer, güvencede olanı zorluğa uğrar; ona sığınan
yağmalanır. Bunları ise ölüm sekeratı ve iniltileri (can
çekişmenin zorluğu) kıyametin dehşetleri ve adaletli bir
hakimin karşısında durmak izler. “Kötülük edenleri,
yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik edenlere
ise yaptıklarından daha iyi mükâfat vermek için.”
Sizler, sizden önce daha uzun ömür sürenlerin, eserleri
daha açık kalanların, sizden daha hazırlıklı olanların,
orduları ve inatları sizden daha çok olanların
yurtlarında değil misiniz? Onlar da dünyaya taptılar,
hem de nasıl taptılar? Dünyayı seçtiler, hem de nasıl
seçtiler? Sonra da zilletle bu dünyadan göçüp gittiler.
Peki, siz böyle (vefasız) bir dünyayı mı seçmektesiniz?
Böyle bir dünyaya mı ihtiras ediyor, ona mı
güveniyorsunuz?!
Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kim dünya hayatını ve
ziynetini dilerse onda yaptıklarının karşılığını tam
olarak öderiz ve onlar bu hususta hiç bir zarara
uğramazlar. Onlar öyle kişilerdir ki, onlara ahirette
ancak ateş var, dünyada işledikleri işlerse boşa
gitmiştir; zaten bütün işledikleri de boştur". Bu
dünya, ondan endişelenmeyen ve ondan korkmayan kimseler
için, ne de kötü bir diyardır.
Bilin, bilirsiniz de, sizler onu bırakıp gideceksiniz.
Dünya Allah-u Teâla'nın onu vasfettiği gibidir:
"Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyundur, bir
eğlencedir, bir bezentidir, aranızda bir övünmedir ve
bir mal ve evlat çoğaltma gayretidir ancak."
Her yüksek tepede, ihtiyacı olmaksızın bir yapı kurarak
eğlenip duran, sağlam yapılar, kaleler yapıp ebedi
kalacağını uman ve "kimdir bizden daha kuvvetli" diyen
kimselerden ibret alın; yine ibret alın kendi gözünüzle
görmüş olduğunuz kardeşlerinizden; nasıl onlar, davetsiz
olarak omuzların üzerinde taşınarak kabirlerine
indirildiler; misafir çağrılmadan mezarlarına kondular.
Sığındıkları yerler kabir, kefenleri toprak oldu,
kurumuş kemiklerle komşu oldular. Öyle komşu ki,
çağırana cevap veremezler ve zulmün önünü alamazlar
(düştükleri zilleti gideremezler); ne birinin ziyaretine
gidebilirler, ne de hallerini, hatırlarını soran olur.
Kinleri yatışmış, halim olmuş kişilerdir; hasedleri
ölmüş, gaflet içindeler. Onların ne ansızın
saldırılarından korkulur, ne de yardımları ümit edilir.
Onlar asla dünyaya gelmemiş kimseler gibidirler; nitekim
Allah-u Teâla: "İşte bu, o kimselerin evleridir ki,
ölümlerinden sonra çok az bir zaman dışında hepsi bomboş
kalmıştır. Onlara varis olanlar biziz." buyurmuştur.
Yerin üstünü altıyla, genişliği daracık bir yerle,
ehli-ayali gurbetle, ışığı zulmetle değiştirmişlerdir.
Yerden ayrıldıkları (topraktan yaratıldıkları,) gibi
tekrar ayakları yalın, bedenleri çıplak oraya döndüler.
Amelleriyle birlikte dünyadan, ebedi bir hayata
göçtüler, orada mesken edindiler.
Nitekim noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah da şöyle
buyurmuştur: "Önce nasıl yarattıysak, tekrar
yaratacağız; bu vaadimizdir bizim ve gerçekten de
yapacağız".