| HAK TEÂLÂ'NIN (C.C.), HABİBİ  
                        VE RESULÜ   MUHAMMED'E (S.A.A.) 
                        TAVSİYEVE ÖĞÜTLERİ
                          
                        1- "Ya Muhammed, 
                        ümmetinden "Lâilâheillellahu, vahdehu vahdeh" (yani tek, 
                        eşsiz ve bir olan  Allah'tan başka bir ilah yoktur) 
                        diyene ne mutlu." 
                          
                        Resulullah (s.a.a) miraç gecesinde 
                        "Ey Rabb'im, senin nez-dinde mü'min kimse nasıl bir 
                        duruma (makama) sahiptir?" diye sordu. Allah-u Teâlâ 
                        şöyle buyurdu: 
                        2- "Ya Muhammed, 
                        velilerimden (dostlarımdan) birini küçümseyip hakir 
                        düşüren kimse, hakikatte bana karşı savaşa kalkışmıştır; 
                        ben evliyamın yardımına koşmada her husustan daha 
                        süratliyim. Mü'min kullarımdan bazısını ancak zenginlik 
                        ıslah eder; (bunun için de hiç esirgemeden ona ihsanda 
                        bulunurum. Çünkü) onun durumunu değiş-tirip de fakirliğe 
                        sürüklersem helak olur. Ve bazılarını ise fakirlikten 
                        başka bir şey ıslah etmez; bu halinden çıkarıp da zengin 
                        edersem helak olur. Kullarımı bana yakın-laştıran şeyler 
                        içerisinde farizalar kadar bana daha sevimli olan bir 
                        şey yoktur; bana (farizaların dışında) nafilelerle de 
                        yaklaşılır; nafilelerle kulum bana o derece yaklaşır ki 
                        ben onu severim. Onu sevdikten sonra da artık onun 
                        işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili ve tutan eli ben 
                        olurum. Beni çağırdığında icabet eder, benden bir 
                        istekte bulun-duğunda bağışta bulunurum." 
                          
                        Uzun bir hadisin zımnında 
                        Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: 
                        "Rabb'im bana minnet ederek şöyle buyurdu: 
                        3- "Ya Muhammed, 
                        Allah'ın rahmeti sana olsun; ben her ümmete o ümmetin 
                        diliyle konuşan peygamber gön-derdim. Ama seni 
                        yaratıklarımdan siyah, (beyaz), kızıl de-rili herkes 
                        için gönderdim. Hiçbir kimseye (düşmanlarının kalbine) 
                        korku  düşürerek  yardımda bulunmadığım halde sana 
                        böylesine bir yardımda bulundum. Senden önce kim-seye 
                        helal olmayan ganimeti sana helal kıldım. Arşın 
                        hazinelerinden olan Fâtiha suresiyle Bakara suresinin 
                        ("Amenerresulü" diye başlayan) son (iki) ayetini de 
                        ancak sana ve ümmetine verdim. Sen ve ümmetin için bütün 
                        yer-yüzünü mescit (secde etme yeri), pâk ve temizleyici 
                        olarak karar kıldım. Sana ve ümmetine Tekbir'i ("Allah-u 
                        Ekber" zikrini) verdim. Ve de senin zikrini kendi 
                        zikrimle beraber kıldım; onun için ümmetinden beni 
                        zikredip hatırlayan herkes, seni de benimle birlikte 
                        zikredip hatırlar. Öyleyse ne mutlu sana ey Muhammed!" 
                          
                        Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: 
                        "Allah-u Teâlâ benden faziletli ve kıymetli birini 
                        yaratmamıştır... Miraca gittiğimde "Ey Muhammed!" diye 
                        çağrıldım. "Lebbeyke ya Rab, emrindeyim; kutlu ve ulusun 
                        sen" diye cevap verdim. Tekrar şöyle nida geldi: 
                        4- "Ya Muhammed, 
                        sen benim kulum, ben de senin Rabb'inim; öyleyse yalnız 
                        bana ibadet (kulluk) et ve bana itimat ve tevekkül eyle. 
                        Sen kullarım arasında benim nu-rum, yaratıklarıma 
                        gönderdiğim elçim ve onlara hücce-timsin. Cennetimi 
                        sadece sen ve sana uyanlar için, cehen-nemimi ise sana 
                        muhalefet edenler için yarattım." 
                          
                          
                        Resul-i Ekrem'den (s.a.a) -uzun bir 
                        hadiste- şöyle rivayet edilmiştir: 
                        ya"Bir gün Cebrâil'in eşliğinde 
                        yeryüzüne asla ayak basma-n ve yanında yeryüzü 
                        hazinelerinin anahtarları bulunan bir melek inerek bana 
                        şöyle hitapta bulundu: 
                        5- "Ya Muhammed, 
                        Rabb'in sana selam söylüyor ve buyuruyor ki: "Bunlar 
                        yeryüzü hazinelerinin anahtarları-dır; istersen kul 
                        peygamber ol, istersen padişah peygam-ber." 
                        Cebrâil bana işaret ederek tevazu 
                        göstermemi istedi. Ben de o meleke
                        "Kul 
                        peygamber olmak istiyorum; kul pey-gamber olmak 
                        istiyorum"
                        dedim." 
                        6- "Ya Muhammed, 
                        ben yeryüzünü alimsiz (imamsız, hüccetsiz) olarak 
                        bırakmam; taatım ve hidayet yolum onun vasıtasıyla 
                        tanınır ve bir peygamberin vefatıyla di-ğerinin meb'us 
                        olma süresi içerisinde halka kurtuluş vesi-lesi de o 
                        olur. Böylece hüccetim, bana doğru davetçi, yoluma 
                        hidayetçi ve işime arif olan birini yeryüzünde 
                        bırakmadan halkı saptırması için şeytanı tekbaşına 
                        salıver-mem. Gerçekten mutsuzlara hüccet olması ve 
                        mutluları onun vasıtasıyla hidayet etmem için her kavime 
                        hidayetçi birinin olmasını gerekli kılmışım." 
                        7- "Ya Muhammed, 
                        nübüvvetin sona ermiş ve günlerin bitmiştir; yanında 
                        bulunan ilmi, imanı, İsmi Ekber'i (İsm-i A'zam'ı), ilmin 
                        mirasını ve nübüvvet ilminin eserlerini Ehl-i Beyt'inden 
                        olan Ali ibn-i Ebi Talib'e teslim et. Ben ilmi, imanı, 
                        İsm-i Ekber'i, ilmin mirasını ve nübüvvet ilminin 
                        eserlerini, seninle baban Adem arasında bulunan 
                        peygam-berlerin hanedanından kaldırmadığım gibi, senin 
                        soyundan gelen Ehl-i Beyt'inden de hiç bir zaman 
                        almayacağım." 
                        8- "Ya Muhammed, 
                        ben seni ve Ali'yi bedensiz bir nur -ruh- olarak 
                        yeryüzünü, gökleri, denizi ve Arş'ımı yarat-madan önce 
                        yarattım. Sen o zaman içerisinde sürekli "Lâ ilâhe 
                        illellah" derdin, beni ulular, ve tazim ederdin. Sonra 
                        ikinizin ruhunu bir araya getirerek tek ruh kıldım ki 
                        bun-dan sonra artık o ruh "Lâ ilâhe illellah" söyler, 
                        beni tenzih ve takdis ederdi. Daha sonra o ruhu ikiye ve 
                        ikiyi de dörde böldüm; onların biri Muhammed, biri Ali, 
                        diğer ikisi ise Hasan ve Hüseyin'dir." 
                        9- "Ya Muhammed, 
                        sen bir şey olmadan (kendinden bir varlığın yok iken), 
                        ben seni varettim ve benden sana keramet olsun diye sana 
                        kendi ruhumdan üfledim. Böylece senin itaatini bütün 
                        mahlukatıma farz kıldım; sana itaat eden bana itaat 
                        etmiş ve sana karşı gelen bana karşı gelmiş olur. Ve 
                        bunu (yani itaatin gerekliliğini) Ali ve Ali'nin 
                        soyundan kendime has kıldığım şahıslar için de farz 
                        kılmışım." 
                        10- "Ya 
                        Muhammed, kim benim velimi (dostumu) aşağılarsa, bana 
                        karşı savaşa kalkışmıştır; bana karşı savaş açanla ben 
                        de savaşırım."  "Kim bu senin 
                        velin" de-dim, "ya Rabb! Sana karşı savaşa kalkışan 
                        kimseyle benim de savaşacağımı biliyorsun." Allah-u 
                        Teâlâ buyurdu ki:
                        "O, 
                        senin, vasinin ve sizin zürriyetinizin velayetinin 
                        (kabulü için) kendisinden ahd aldığım kimsedir." 
                        11- "Ya 
                        Muhammed, sen benim kulum, ben de senin Rabb'inim; 
                        öyleyse sadece benim karşımda eğil, ve bana tevazu 
                        göster; yalnız bana ibadet ve tevekkül et. Ben seni kul, 
                        habib, resul ve nebî olarak, kardeşin Ali'yi de halife 
                        ve (ilme) kapı olarak kabul ettim. O (Ali), kullarıma 
                        benim hüccetim ve mahlukatıma imamdır. Onunla dostlarım 
                        düşmanlarımdan tanınır. Şeytan hizbi de benim hizbimden 
                        onun vasıtasıyla ayırt edilir. Onunla benim dinim 
                        doğru-lur; hükümlerim icrâ edilir ve koyduğum hudutlar 
                        koru-nur. Seninle (ya Muhammed,) ve O (Ali) ve neslinden 
                        olan imamların hürmetine kadın-erkek bütün kullarıma 
                        merha-met ederim. Sizden olan (Mehdi'yi) Kâim 
                        vasıtasıyla tes-bih (Sübhanellah), tehlil 
                        (Lâilâheillellah), takdis, tekbir ve temcid (senâ) ile, 
                        yeryüzünü bayındırlaştırırım. Onun ile yeryüzünü 
                        düşmanlarımdan temizleyerek,  kendi dostla-rıma miras 
                        bırakırım. Onunla kâfir olanların sözünü alçal-tıp kendi 
                        sözümü yüceltirim. Kullarımı ve beldelerimi onunla 
                        diriltir ve meşiyetim gereği defineleri ve 
                        birikinti-leri onun vesilesiyle ortaya çıkartır, 
                        irademle ona bütün sırları ve gizlilikleri açarım. 
                        Emrimi icrâ ve dinimi ilan  etmesinde ona destek 
                        olsunlar diye meleklerim vesilesiyle ona yardımda 
                        bulunurum. İşte O (Mehdi'yi Kâim) Benim gerçek velim ve 
                        kullarımı sadakatla hidayet edendir." 
                        12- "Ya 
                        Muhammed, istediğin kadar yaşa; bilahere öleceksin. 
                        İstediğin kimseyi sev; ancak (şunu bil ki) muhakkak 
                        ondan ayrılacaksın. Ve istediğin işi yap; ancak (bil ki) 
                        ona göre karşılık alacaksın. Bil ki mü'minin şerefi, 
                        geceleri (namaz ve ibadete) durmasında, izzeti ise halka 
                        muhtaç olmamaya çalışmasındadır." 
                        13- "Ya 
                        Muhammed, daima güzel huylu ol. Zira kötü huy, dünya ve 
                        ahiret hayrını yok eder." 
                        14- "Ya 
                        Muhammed, kim benim hadlerimden birini tatil ederse, 
                        bana düşmanlık yapmış ve böylece bana karşı çıkmaya 
                        kalkışmıştır." 
                        15- "Ya 
                        Muhammed, ümmetinden Allah yolunda cihad eden kimse 
                        için, gökten kendisine isabet eden (yağmur) damlası ve 
                        çektiği baş ağrısı bile kıyamet günü şehadet 
                        sayılacaktır." 
                        16- "Ya 
                        Muhammed... kız babalarına söyle ki: "Kız evlatlarınız 
                        hususunda darılmayın; ben onları yarattığım gibi 
                        rızıklandıracağım da." 
                        Emir'ül Mü'minin Hz. Ali'den (a.s) 
                        şöyle nakledilmiştir: 
                        "Resulullah (s.a.a) miraç gecesi Yüce 
                        Rabb'ine şöyle sordu: "Ya Rabbi, amellerin hangisi daha 
                        faziletlidir?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: 
                        "Benim indimde 
                        bana tevekkül etmekten ve böldüğüme razı olmaktan daha 
                        faziletli bir şey yoktur." 
                        17- "Ya 
                        Muhammed, benim (rızam) yolunda birbirlerini sevenler, 
                        Benim yolumda birbirine acıyıp şefkat gösterenler, Benim 
                        yolumda dostça birbiriyle ilişki kuranlar ve Ban'a 
                        güvenip tevekkül edenler Benim muhabbetimi 
                        hakketmişlerdir. Muhabbetimin ise bir alamet ve nişanesi 
                        yoktur. Onlar için alametlerden birini kaldırdığımda 
                        diğer birini bırakırım. Onlar mahlukata benim onlara 
                        baktığım gözle bakar, hacetlerini halka sunmazlar 
                        (ihtiyaçlarının giderilmesini ancak Allah'tan diler, 
                        O'na yalvarırlar). Karınları helal mal yediklerinden 
                        hafiftir; dünyadaki nimet ve saadetleri ise benim 
                        zikrim, sevgim ve onlardan razı oluşumdur." 
                        18- "Ya Ahmed, 
                        izzetim ve celâlime andolsun, benim için dört hasleti 
                        garantileyen kulumu, kesinlikle cennete götürürüm: 
                        Dilini koruyup kendisini ilgilendirmeyen şeylere 
                        açmaması, kalbini vesveseden koruması, (her an) ondan 
                        haberdar olduğumu ve onu gözetlediğimi, daima aklında 
                        tutması ve açlığı kendisine göz nuru edinmesi." 
                        19- "Ya Ahmed, 
                        keşke açlığın, susmağın, yalnızlığın ve bunların 
                        bıraktığı mirasların lezzetini tadsaydın!" 
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, açlığın 
                        mirası nedir?" diye sordu. Allah-u Teâlâ cevapta şöyle 
                        buyurdu: 
                        "Hikmet, kalbi 
                        korumak, bana yakınlaşmak, daimi hü-zün, hak söz, halk 
                        arasında geçimi hafif olmak ve geçiminin zor veya kolay 
                        olmasından endişeye düşmemektir." 
                          
                          
                          
                        20- "Ya Ahmed, 
                        kulun hangi vakitte bana yakınlaş-tığını biliyor musun?" 
                        Resulullah (s.a.a) "Hayır ya Rabbi," 
                        deyice Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: 
                        "Aç olduğunda 
                        veya secdeye kapandığında." 
                          
                          
                        21- "Ya Ahmed, 
                        namaz kıldığı zaman kimin karşısında durduğunu ve kime 
                        doğru (dua amacıyla) elini kaldırdığını bildiği halde 
                        uyuklayan, sebze veya başka bir şeyden de olsa günlük 
                        yiyeceği olduğu halde yarınını düşünen ve benim ondan 
                        razı olup olmadığımı bilmediği halde gülen şu üç (kısım) 
                        kulun hali ne gariptir." 
                          
                          
                        22- "Ya Ahmed, 
                        cennette (kerpiçleri) arasında boşluk, birbirine de 
                        bitişik olmayan bütünü inciden yapılmış bir saray 
                        vardır. Benim seçkin (kullarım) orada olacaklar. Her gün 
                        yetmiş defa onlara bakar ve konuşurum. Baktığım her 
                        defada onların makam ve mertebesini yetmiş kat 
                        artırırım. Cennet ehli yemek ve içmekten lezzet 
                        aldıklarında, onlar benim zikrim, konuşmam ve sözümden 
                        de lezzet alırlar." 
                          
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi, 
                        "bunların alameti nedir?" Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: 
                        "Onlar dünyada 
                        mahbusturlar (yani Allah yolunda zor şartlar ve sıkıntı 
                        içerisinde yaşarlar); dillerini sözün ve karınlarını 
                        yemeğin fazlasından hapsederler." 
                          
                        23- "Ya Ahmed, 
                        Allah için olan sevgi fakirleri sevmek ve onlara 
                        yaklaşmaktır." 
                        Resulullah (s.a.a) "Bu fakirler 
                        kimlerdir ya Rabbi," dediğinde, Allah-u Teâlâ şöyle 
                        buyurdu: 
                        "Onlar aza razı 
                        olan, açlığa sabreden, zorluğa şükre-den, açlık ve 
                        susuzluktan şikayetçi olmayan, dilleriyle yalan 
                        konuşmayan, Rabb'lerine karşı hoşnutsuzluk göstermeyen, 
                        kaybettikleri şeye kederlenmeyen ve (Allah'ın) verdiğine 
                        sevinip övünmeyen kimselerdir." 
                        24- "Ya Ahmed, 
                        benim muhabbetim fakirler içindir; fakirleri kendine 
                        yaklaştır ve senin yakınında oturmalarını sağla ki ben 
                        de seni kendime yakınlaştırayım. Zenginleri de kendinden 
                        uzaklaştır ve senden uzak oturmalarını sağla. Şüphesiz 
                        fakirler benim dostlarımdır." 
                        25- "Ya Ahmed, 
                        elbisenin yumaşağını, yemeğin lezzetlisini ve yatağın 
                        yumuşak olanını kendine süs edinme (bunlardan fazla 
                        yararlanma). Zira nefs her şerrin barınağı ve her 
                        kötülüğe arkadaştır; sen onu Allah'ın itaatine o ise 
                        seni Allah'ın masiyetine sevkeder. Sana Allah'a itaat 
                        etmede muhalefet, Allah'ın hoşlanmadığını yapmada ise 
                        itaat eder. Doyduğunda azar; acıktığında şikayetçi olur. 
                        Fakirleştiğinde gazaplanır, zenginleştiğinde kibirlenir. 
                        Büyüdüğünde (beni) unutur, (belalardan) güvencede 
                        olduğunda da gaflete dalır. O (nefs) Şeytan'ın dostudur. 
                        Nefs, çok yiyen ve üzerine yük bırakıldığında uçamayan 
                        deve kuşuna ve rengi güzel fakat tadı acı olan defne 
                        (veya zakkum) ağacına benzer." 
                          
                          
                        26- "Ya Ahmed, 
                        dünya ve onun ehline buğzet, ahiret ve onun ehlini de 
                        sev." 
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, kim" 
                        dedi "bu dünya ehliyle ahiret ehli?" Allah-u Teâlâ 
                        buyurdu ki: 
                        "Dünya ehli, 
                        yemesi, gülmesi, uykusu ve gazabı çok, rızası ise az 
                        olan kimsedir. Birine kötülük yaptığında özür dilemez, 
                        özür dileyenlerin de mazeretini kabul etmez. İta-atte 
                        tembel, masiyet zamanı ise cesurdur. Arzusu uzun, ölümü 
                        yakındır. Kendisini hesaba çekmez, (halka) yararı az 
                        olur ve çok konuşur. Allah'tan korkusu az olur, yemek 
                        zamanında ise çok sevinir. İşte dünya ehli zorluklarda 
                        bana şükretmez, belalarda sabretmezler. Halkın çok olan 
                        şeylerini küçük-az sayarlar, yapmadıkları şeylerle 
                        ken-dilerini  överler. Kendilerine ait olmayan bir takım 
                        şeylerle iddiada bulunur, arzu ettikleri şeyleri dile 
                        getirirler. Ve de onlar halkın kötülüklerini söyler, 
                        iyiliklerini gizlerler." 
                          
                          
                          
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi, 
                        "dünya ehlinde bun-dan başka kusurlar da var mı?" 
                        Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
                        
                                                                 
                        27- "Ya Ahmed, 
                        dünya ehlinin kusuru çoktur; cahillik ve ahmaklığı 
                        onlarda bulursun. Onlar ilim aldıkları kimse-lere karşı 
                        tevazu göstermezler. Kendilerini akıllı sanırlar ama 
                        âriflerin yanında ahmak işte onlardır." 
                        28- "Ya Ahmed, 
                        hayır ve ahiret ehlinin (şa'nına gelince), onların yüzü 
                        ince ve hafif olur, (Allah'a karşı) hayâları çok, 
                        ahmaklıkları ise az olur. Faydaları çok, hile-leri 
                        azdır. Halk onların elinden rahatlıktadırlar ama onlar 
                        halkın elinden bir çok zorluğa katlanmaktadırlar. 
                        Sözleri ölçü üzeredir. Kendilerini hesaba çeker, 
                        nefislerini zahme-te düşürürler. Gözleri uyusa da 
                        kalpleri uyumaz. Gözleri ağlar, kalpleri zikreder. Halk 
                        gafillerden yazıldıklarında onlar zâkirlerden 
                        (zikredenlerden) yazılırlar. Nimetin ba-şında hamd, 
                        sonunda ise şükrederler. Duaları Allah'ın indinde 
                        yücelir, sözleri işitilir. Melekler onlarla övünürler. 
                        Onların duası (nuranî) hicapların altında dönüp dolaşır. 
                        Anne evladını sevdiği gibi Rabb'leri de onların sözünü 
                        duymayı çok sever. Bir an bile bir şey onları Allah'tan 
                        alı-koymaz. Yemeğin, sözün ve elbisenin fazlasına ilgi 
                        göster-mezler. Halk onların gözünde ölüdür ancak Allah'ı 
                        Hayy (sağ, diri), Kayyum (koruyan, tutan, gözetleyen) ve 
                        Kerim bilirler. Onlara yüz çevirenleri lütuf ile 
                        çağırırlar, onlara yönelenlere ise bir çok ihsan ve 
                        iyilikte bulunurlar. Artık dünya ve ahiret, onların 
                        yanında eşit bir duruma gelmiştir. Halk bir defa ölür 
                        ama onların her biri nefisleriyle cihad ettiklerinden, 
                        havâ-heveslerine ve damarlarında dolaşan Şeytan'a 
                        muhalefet ettiklerinden, her gün yetmiş defa ölür-ler. 
                        Bir rüzgar estiğinde onları şiddetle ırgalar sarsar; ama 
                        benim huzurumda durduklarında sanki birbirlerine 
                        kenet-lenmiş bir bina gibidirler. Onların kalbini hiçbir 
                        yaratığa meşgul olmuş şekilde görmem.  
                         Kendi izzet ve 
                        celâlime andolsun ki, ruhları bedenle-rinden çıktığında 
                        onları güzel ve pâk bir hayatla diriltirim; ölüm 
                        meleğini onlara musallat kılmam; onların ruhunu ancak 
                        kendim alırım; göğün bütün kapılarını onların ruhu için 
                        açarım; kendimle onun arasında bulunan hicapları 
                        kaldırırım; cennetlere süslenmelerini, hurilere 
                        bezenmeleri-ni, meleklere dua etmelerini, ağaçlara meyva 
                        vermelerini ve cennet meyvalarına eğilmelerini 
                        emrederim. Sonra Arş'ın altında bulunan rüzgarlardan 
                        birine kâfur ve keskin kokulu miskten olan dağları 
                        taşımalarını, onların da ateş-siz yakıt olmalarını ve o 
                        kulumun huzuruna varmalarını emrederim. Benimle onun 
                        ruhu arasında hiçbir perde kal-maz. Ruhunu aldığımda ona 
                        "Merhabalar olsun sana, hoş geldin." derim, "İzzetli, 
                        müjdelenmiş, rahmet ve rızvana erişmiş olarak yücel." 
                        Onlar için, içinde tükenmez nimet bulunan cennetler 
                        vardır. Onlar cennetlerde ebedi olarak kalıcıdırlar. 
                        Muhakkak ki, en büyük mükafat Allah katın-da olandır. 
                        Keşke meleklerin onun ruhunu nasıl birinin alıp diğerine 
                        verdiğini görseydin." 
                        29- "Ya Ahmed, 
                        ahiret ehli Rabb'lerini tanıdıklarından beri yemek 
                        onlara lezzet vermemiş, hatalarını tanıdıkların-dan beri 
                        hiç bir müsibet onları kendine meşgul etmemiştir. 
                        Hatalarına ağlar, (hayır işleri yapmak için) kendilerini 
                        zahmete düşürürler ve nefislerine dinlenme fırsatı 
                        vermez-ler. Cennet ehlinin gerçek rahatlığı ölümdedir; 
                        âbidlerin dinlenme yeri ancak ahirettir. Yanaklarına 
                        dökülen göz-yaşlarıyla üns kurar; sağlarında ve 
                        sollarında bulunan meleklerle oturup, durarlar ve Arşın 
                        üstünde olan Celil Allah ile de raz-u niyaz ederler. 
                        Gerçekten ahiret ehlinin kalplerinin içinde şu yara 
                        yerleşmiştir ki: "Ne zaman fenâ evinden kurtulup bekâ 
                        evine kavuşmakla rahatlayacağız." 
                        30- "Ya Ahmed, 
                        zahitlerin yüzü gündüzleri oruç tut-mak ve geceleri 
                        (ibadetle geçirme) yorgunluğundan sara-rır, dilleri ise 
                        Allah'ın zikrinden başka bir şeye açılmaz. Sürekli havâ 
                        ve heveslerine karşı çıkmaları sinelerinde yeralan 
                        gönüllerini ezik duruma getirir. Çok sustukların-dan 
                        kendi nefislerini zayıflatırlar ve Allah'ın itaati 
                        yolunda durmadan çaba gösterirler. Bunları yapmalarına 
                        sebep ise cehennem ateşinin korkusu veya cennetin 
                        iştiyakı değildir; onlar göklerin ve yerin melekûtuna 
                        baktıklarında ancak Allah-u Teâlâ'nın ibadet ehli 
                        olduğunu bilirler (diye ibadete kapanırlar); sanki  
                        melekûtun üzerinde olanı görü-yorlar!" 
                          
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi," dedi 
                        "bu makamdan benim ümmetimden birine de verir misin?" 
                        Allah-u Teâlâ buyurdu ki: 
                        31- "Ya Ahmed, 
                        bu, peygamberlerin, senin ve diğer peygamberlerin 
                        ümmetinden olan doğrularla çeşitli şehid gruplarının 
                        mertebesidir." 
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, benim 
                        ümmetimin zahitleri mi, yoksa Beni İsrâil'in zahitleri 
                        daha çoktur?" diye sordu-ğunda, Allah-u Teâlâ şöyle 
                        buyurdu: 
                        "Beni İsrâil 
                        zahitleri senin ümmetinden olan zahitlere nazaran, beyaz 
                        inekte bulunan bir siyah tüye benzer!.." 
                        Resulullah (s.a.a) "Nasıl böyle 
                        olabilir ya Rabbi, halbuki Beni İsrâil'in sayısı benim 
                        ümmetimin sayısından kat-kat çok-tur?!..." dediğinde, 
                        Allah-u Teâlâ buyurdu ki: 
                        "Çünkü onlar 
                        inandıktan sonra kuşkulanıp, ikrar ettik-ten sonra da 
                        inkar ettiler." 
                        Resulullah (s.a.a) devamında şöyle 
                        buyuruyor: "İşte bura-da ben Allah'ıma zahitlerden 
                        dolayı çok hamd-u senâ ve şükürde bulundum ve onlar 
                        hakkında şöyle dua ettim: 
                        "Allah'ım, onları koru ve onlara 
                        esirge, acı onlara; onlar için razı olduğun dinlerini 
                        koru. Allah'ım, onları mü'minlere verdiğin hiç bir şüphe 
                        ve sapma kabul etmeyen imanla rızık-landır. Onlara öyle 
                        bir takva ver ki, dünyaya rağbetleri kal-masın; öyle bir 
                        korku ver ki, gafletleri kalmasın. Onları öyle bir 
                        ilimle rızıklandır ki, cehalet ve bilgisizlikleri 
                        kalmasın. Onlara öyle bir akıl ver ki, ahmaklıkları 
                        kalmasın. Onları kendine öyle yakınlaştır ki, uzaklık 
                        kalmasın. Onlara öyle bir huşu ver ki, kasavet (taş 
                        yüreklilik) kalmasın; öyle bir hakkı hatırlama ver ki, 
                        unutmaları olmasın; öyle bir yücelik ver ki, aşağılığı 
                        olmasın;öyle bir sabır ver ki, dayanıksızlıkları 
                        olma-sın; öyle bir hilim ve ağırbaşlılık ver ki, 
                        acelecilikleri kalma-sın. Kalplerini kendinden utanmakla 
                        doldur ki, her zaman senden utansınlar. Dünyanın ve 
                        kendi nefislerinin âfetlerini ve şeytanın vesveselerini 
                        görebilmeleri için onlara basiret ver. Gerçekten sen 
                        benim kalbimde olanı bilirsin ve sensin görül-meyenleri 
                        (gaybi) bilen." 
                          
                          
                          
                        Resulullah'ın (s.a.a) duası bittikten 
                        sonra Allah-u Teâlâ ona hitab ederek şöyle buyurdu: 
                        32- "Ya Ahmed, 
                        günahlardan çekin; çünkü günahlar-dan çekinmek dinin 
                        başı, ortası ve sonudur. Şüphesiz insa-nı Allah'a ancak 
                        günahtan çekinmek yakınlaştırır." 
                          
                        33- "Ya Ahmed, 
                        günahtan çekinmek kadının zinet eşyalarının arasındaki 
                        küpeye ve yiyecekler arasındaki ekmeğe benzer. Takva, 
                        imanın başı ve dinin direğidir. Takva aynen gemiye 
                        benzer; nasıl ki denizde fakat gemide bulunanlar 
                        kurtulur, hakeza zahitler ancak takva ile kur-tulurlar." 
                        34- "Ya Ahmed, 
                        beni tanıyıp, karşımda huşu eden kim-seye ben de huşu 
                        ederim." 
                        35- "Ya Ahmed, 
                        günahtan çekinmek kulun üzerine ibadet kapılarını açar; 
                        onunla halkın yanında aziz olur ve Allah-u Teâlâ'ya 
                        ulaşır." 
                        36- "Ya Ahmed, 
                        devamlı sükut üzere ol. Zira kalplerin en mamuru 
                        salihlerle susanların kalbidir. Kalplerin en ku-rağı ise 
                        kendilerini ilgilendirmeyen boş sözleri konuşan-ların 
                        kalbidir." 
                        37- "Ya  Ahmed,  
                        ibadet on kısımdır; onun dokuzu he-lal malı kazanmaktır. 
                        Yemek ve içmeğini (haramdan) te-miz tutarsan ben seni 
                        korur, kendi himayem altına alırım." 
                        Resulullah (s.a.a) dedi ki, "Ya 
                        Rabbi, ibadetin evveli ne-dir?" Allah-u Teâlâ buyurdu 
                        ki: 
                        "İbadetin evveli 
                        susmak ve oruç tutmaktır." 
                        Resulullah (s.a.a) "Ya Rabbi, oruçtan 
                        ne gibi sonuçlar alı-nır?"  diye sorduğunda, Allah-u 
                        Teâlâ buyurdu ki: 
                        "Oruçtan hikmet 
                        meydana gelir, hikmet de marifeti, marifet de yakini 
                        doğurur. Yakin mertebesine ulaşan kim-se ise 
                        yaşantısının zorluk veya kolaylık üzere olmasından asla 
                        endişe etmez. Ölümü yaklaştığında başı ucunda
                        melekler dururlar... İşte onun ruhu meleklerin arasından 
                        göz kırpmaktan daha süratli bir şekilde uçup Allah'a 
                        yücelir. Öyle bir yere varır ki, artık onunla Allah'ın 
                        arasında hiç bir perde kalmaz ve Allah-u Teâlâ ise ona 
                        iştiyak duyar. O kulun ruhu Arş'da bulunan bir pınarda 
                        oturur. Ona "Dünyayı nasıl terkettin?" diye sorulduğunda 
                        şöyle der: "Ey Allah'ım, izzet ve celâline andolsun ki, 
                        benim dünya hakkında hiç bir bilgim olmadı; beni 
                        yarattığından beri hep senin korkun içerisindeydim." 
                        Allah-u Teâlâ "Doğru konuştun ey kulum, sen yalnız 
                        be-deninle dünyada idin; ama ruhun benimleydi. Senin 
                        açık ve gizli her şeyinden ben heberdarım; iste benden, 
                        bağışta bulunayım sana; dilediğini bildir, ikram edeğim 
                        sana. Bu benim cennetimdir; onda uç ve burası benim 
                        komşulu-ğumu edeceğin yerdir; oraya da yerleş." diye 
                        buyurur. Ruh da şöyle der: "Ey Allah'ım, kendini bana 
                        tanıttın; ben de senin marifetinle bütün yaratıklardan 
                        müstağni oldum. Kendi izzet ve celâline andolsun ki, 
                        senin rızan, doğran-mamda ve halkın öldüğü ölümlerin en 
                        zor ölümüyle yetmiş defa ölmemde olursa yine de senin 
                        rızanı tercih veririm. Allah'ım, nasıl kendimi 
                        beyenebilirim, halbuki sen beni aziz kılmasaydın zelil 
                        olurdum; bana yardım etmeseydin mağlub düşerdim; beni 
                        kuvvetli kılmasaydın güçsüz olurdum; kendi zikrinle beni 
                        diriltmeseydin bir ölüydüm ve günahlarımın üzerine 
                        örttüğün perde olmasaydı, ilk yap-tığım masiyette rezil 
                        ve rüsvay olurdum. Ey Allah'ım, senin rızanı nasıl 
                        istemeyebilirim? Halbuki aklımı kemale erdirmenle seni 
                        tanıdım. Hakeza hakkı batıldan, emri nehiyden ve nuru da 
                        zülmetten ayırt ettim." Allah-u Teâlâ ise ona şöyle 
                        buyurur:
 
                          
                        "Kendi izzetim 
                        ve celâlime andolsun ki, hiçbir zaman
                        seninle kendim arasında bir perde bırakmıyacağım. İşte 
                        dostlarımı ben böyle mükafatlandırırım."
 
                          
                        38- "Ya Ahmed, 
                        hangi yaşayışın daha lezzetli ve hangi hayatın  daha 
                        kalıcı olduğunu biliyor musun?" 
                        Resulullah (s.a.a) "Hayır" deyince 
                        Allah-u Teâlâ şöyle bu-yurdu: 
                        "Lezzetli 
                        yaşayış öyle bir yaşayıştır ki ona sahip olan kimse, 
                        benim zikrimden bıkmaz yorulmaz; nimetimi unut-maz, 
                        hakkıma cahil olmaz (yani ona farz olan hakkım ne ise 
                        yerine getirir) ve gece-gündüz benim rızamı elde etmeğe 
                        çalışır. Bâki (ebedî) hayata gelince, ona sahip olan 
                        kimse nefsine öyle bir muamelede bulunur ki, artık dünya 
                        onun nazarında hakir olur, gözünde küçülür; ahiret ise 
                        onun nazarında büyür. Benim isteğimi kendi isteğinden 
                        önde tutar; benim rızamı diler, azametime yakışır 
                        şekilde bana tazim eder ve ondan habersiz olmadığımı 
                        asla unutmaz. Gece-gündüz, karşılaştığı her kötülük ve 
                        masi-yette beni hatırlar; benden korkar. Kalbini benim 
                        hoşlan-madığım şeylerden arındırır; Şeytan ve 
                        vesveselerinden ise nefret eder. Kalbine Şeytan'ın 
                        musallat olmasına ve yol bulmasına izin vermez. İşte 
                        böyle yaptığında kalbine kendi sevgimi yerleştirir ve 
                        kalbini kendime has kılarım; onun ferağat, meşguliyet,  
                        derdini ve konuşmasını mahlukatım-dan beni seven kullara 
                        verdiğim nimetler türünden kılarım. Kalbiyle duyması ve  
                        benim yücelik ve celâlimi görmesi için cangözünü ve 
                        kulağını açarım. Dünyayı ona daraltır; onda bulunan 
                        bütün lezzetleri ona nefret ettiririm. Ko-yununu 
                        tehlikeli otlaklardan uzaklaştıran çoban gibi, ben de 
                        onu dünyadan ve onda bulunan her şeyden kaçındırır, 
                        uzaklaştırırım. Böyle olduğunda halktan kaçar, fenâ 
                        evin-den bekâ evine, Şeytanî evden Rahmanî eve yönelir." 
                          
                        39- "Ya Ahmed, 
                        gerçekten de ben o kulumu azamet ve heybetle 
                        zinetlendiririm. İşte lezzetli yaşayış ve bâki hayat 
                        budur ve bu ise (Allah'tan) razı olanların makamıdır. 
                        Her kim benim 
                        rızam yolunda hareket ederse, ona üç hasleti vermeği 
                        lazım kılırım: Ona cehlin karışamayacağı şükür, 
                        unutkanlığın giremeyeceği zikir (hatırlama) veririm ve 
                        ona öyle bir sevgiyi tattırırım ki, mahlukatın sevgisini 
                        benim sevgimden öne geçirmez. Kulum beni sevdiğinde ben 
                        de onu severim, cangözünü celâlime doğru açarım, has 
                        mahlukatımı (kullarımı) ondan saklamam; mahluk-larla 
                        haşır-naşır olmaktan ve onlarla konuşmaktan kopma-sı 
                        için gece karanlıklarında ve gündüz aydınlığında onunla 
                        münacat ederim; kendimin ve meleklerimin kelamını 
                        (sözünü) ona işittiririm; halktan gizlediğim sırrımı ona 
                        âşi-kar ederim, bütün halkın ondan utanması için ona 
                        hayâ (utanma) libasını giydiririm ve yeryüzünde 
                        bağışlanmış olarak yürür. Kalbini geniş ve basiretli 
                        kılırım. Ona cennet ve cehennemden hiç bir şeyi 
                        gizlemem. Kıyamet günü halkın karşılaşacağı dehşet ve 
                        korkuları, alimlerle cahilleri ve fakirlerle zenginleri 
                        ne ile hesaba çekeceğimi ona bu dünyada gösteririm. Onu 
                        kabrinde uyutur, Nekir ile Mün-ker'i, onu sorguya 
                        çekmeleri için yanına gönderirim. Ölüm sarsıntısını 
                        (sarhoşluğunu), kabir karanlığını ve kıyamet korkusunu 
                        görmez. Kıyamet günü ölçüsünü diker, kitabını açarım. 
                        Daha sonra amel defterini sağ eline veririm, onu önüne 
                        açılmış bir halde okur. Ve kendimle onun arasında bir 
                        tercüman da bırakmıyacağım. İşte bu muhiblerin 
                        (sevenlerin) alamet ve sıfatıdır." 
                        40- "Ya Ahmed, 
                        hüznünü tek hüzün, dilini tek dil, cismini (bedenini) de 
                        diri kıl ki benden gafil olmayasın. Zİra benden gafil 
                        olan kimsenin hangi vâdide helak olmasını  önemsemem." 
                        41- "Ya Ahmed, 
                        aklını yitirmeden önce kullan. Zira aklını kullanan 
                        kimse ne hataya düşer, ne de azar." 
                          
                        42- "Ya Ahmed, 
                        seni diğer peygamberlere neden üstün kıldığımı biliyor 
                        musun?" 
                        Resulullah (s.a.a) "Hayır" dedi. 
                        Allah-u Teâlâ da  şöyle buyurdu: 
                        "Sende olan 
                        yakin, güzel ahlak, cömertlik ve halka olan rahmetinle. 
                        Yeryüzünün direkleri de ancak bu sıfatlarla yeryüzüne 
                        direk olma makamına erişmişler." 
                          
                          
                        43- "Ya Ahmed, 
                        karnı aç olan ve dilini koruyan kula hikmeti öğretirim. 
                        Bu hikmet, kâfir olan kula hüccet ve vebal, mü'mine ise 
                        nur, burhan (delil), şifa ve rahmet olur; onunla 
                        bilmediğini bilir, görmediğini de görür. Ona ilk olarak 
                        başkasının ayıplarından alıkalması için kendi 
                        ayıp-larını ve Şeytan'ın onu vesvese etmemesi için ilmin 
                        dakik noktalarını gösteririm." 
                        44- "Ya Ahmed, 
                        oruç tutmak ve susmak kadar bana sevimli olan bir ibadet 
                        yoktur. Oruç tutup da dilini koru-mayan kimse, namaz 
                        için kıyam edip kırâatini (Fâtiha suresini) okumayan 
                        kimseye benzer; ona kıyamın kar-şılığını verir, 
                        âbidlerin sevabını vermem." 
                          
                          
                        45- "Ya Ahmed, 
                        kulun ne zaman âbid olduğunu biliyor musun?" 
                        "Resulullah (s.a.a) "Hayır", dedi, "ya 
                        Rabbi,". Allah-u Teâ-lâ buyurdu ki: 
                        "Onda şu yedi 
                        haslet birarada olursa (âbidlerden sayılır): Haramlardan 
                        alıkoyacak takva, faydasına olma-yan ve onu 
                        ilgilendirmeyen sözlerin önünü alacak sükut, günden güne 
                        ağlamasını çoğaltacak (ilahî) korku, yal-nızlıkta onu 
                        benden utandıracak hayâ, zaruret miktarınca yemek, 
                        dünyayı benim sevmediğim için sevmemek ve seçkinleri 
                        benim sevdiğim için sevmek." 
                          
                          
                        46- "Ya Ahmed, 
                        her "Allah'ı seviyorum." diyen kim-senin, beni sevdiğini 
                        zannetme; beni gerçeğiyle seven ancak günlük yiyeceğine 
                        kanaat eden, sâde elbise giyen..., kıyamını uzatan, bana 
                        güvenen (tevekkül eden), çok ağlayan, az gülen, hevâ ve 
                        hevesine tabi olmayan, mescidi kendisine ev, ilmi 
                        yoldaş, zühdü hemdem, alimleri dost edinen ve fakirlerle 
                        birlikte olan, benim rızamı elde etmeye çalışan, 
                        günahkarlardan var gücüyle kaçan, benim zik-rimle meşgul 
                        olan, daima "Sübhanellah" demeyi çoğaltan, va'dinde 
                        sadık olan, ahdine vefa eden, kalbi temiz olan, namazda 
                        yüreği arınmış olan, farzlar hususunda çaba gösterip 
                        zahmete düşen, benim indimdeki sevaba rağbet gösteren, 
                        azabımdan korkan, benim dostlarımla oturup duran ve 
                        onlara yakın olan kimsedir." 
                        47- "Ya Ahmed, 
                        bir kul gök ve yer ehlinin kıldığı na-maz ve tuttuğu 
                        oruç kadar, namaz kılıp oruç tutsa, melek-ler gibi 
                        yemeği terketse ve yoksullar gibi elbise giyinse ama 
                        kalbinde zerre kadar dünya sevgisi veya dünya makamına, 
                        refahına ve süsüne muhabbeti olduğunu görür-sem, onu  
                        evimde oturtmam ve muhabbetimi onun kalbin-den kazar 
                        çıkartırım. Senin üzerine benim selam ve rahmetim olsun. 
                        Gerçekten bütün hamdler, âlemlerin Rabbi olan Allah'a 
                        mahsustur."            
                                                                                 
                        
                        NOT: Bu bölümdeki hadislerin hepsi Seyyid Hasan 
                        Hüseyni'nin derlediği "Kelimetullah" kitabından 
                        nakledilmiştir.   |