Hz. Fatıma'nın (a.s) hayatından bir kıssa
Yazan: Seyyid Mehdi Şocâi
Çeviren: İsmail Bendiderya
Vahye Selam
Medine, ağır ve soğuk bir
sessizliğe gömülmüş... Şehir halkı gün boyunca süren yorucu
bir çalışmadan sonra dinlenmek üzere evlerine çekilmiş
durumda...
Yıldızlar göğün
süsleri...
Yer; Medine'nin çamurdan
yapılma küçücük evlerinin üzerine incecik bir tül ipek gibi
çöken soluk ay ışığıyla aydınlanmada...
Medine sessiz... Derin
bir uykuda... Gecenin bu saatinde Medine'ye canlılık veren
yegâne belirti bir çift ayak sesi... Hz. Resulullah'ın (s.a.a)
kararlı adımları bunlar. Giderek hz. Ali'nin (a.s) evine doğru
yaklaşmada...
Ashabından iki kişi de
Resulullah'a (s.a.a) eşlik etmede. Peygamberin rahatsızlığı
nedeniyle onlar da tedirgin...
Sadece bu iki kişi değil,
Resulullah'ın (s.a.a) Hasan ve Hüseyn'i (a.s) ne kadar çok
sevdiğini bütün Müslümanlar bilirler.
Hasan ve Hüseyn (a.s)
rahatsız olursa Resulullah'ın da (s.a.a) rahatsız olacağını,
onlar sevinirse hz. Peygamberin de sevinç duyacağını bilir
bütün Müslümanlar. Resulullah'ın (s.a.a) bu ikisine karşı
beslediği derin sevginin, bir büyükbabanın şirin mi şirin iki
torununa duyduğu ilgiden ibaret olmadığını; bilâkis bunun
ilahi bir ilgi ve peygamberce bir sevgi olduğunu herkes bilir.
Müslümanlar, bu hususta
da peygamberlerine uymaları ve Hasan'la Hüseyn'i sevmeleri
gerektiğini bilirler.
Zira Resulullah'ın
(s.a.a) herkesin yanında defalarca:
-Ya Rabbi! Ben Hasan'la
Hüseyn'i severim. Onları seveni sen de sev! dediğini bizzat
görmüş ve duymuşlardır.
Peygamber ve yanındaki
iki kişi, Ali'nin evine varmışlardı.
Resulullah'ın (s.a.a)
okşayıcı ve tatlı sesi evin mahzun duvarlarını okşar:
-Ali! Fatıma!
Allah'ın selamı üzerinize olsun ey arındırılmış olan yüce
kullar! Yavrularımı görmeye geldim; yanımda iki kişi daha var,
içeriye girebilir miyiz?!
İçeriden Ali'yle
Fatıma'nın sevinç dolu sesi duyulmada:
-Allah'ın selam ve
rahmeti peygamberin üzerine olsun!.. Ev sizin, emir sizindir!
Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, buyrun...
Önce hz. Resul-ü Ekrem
(s.a.a)'in hoş kokusu, ardından kendisi giriyor içeriye...
Diğer iki kişi de onu izliyorlar... Fakat her zaman olduğu
gibi küçük Hasan ve Hüseyn, Resulullah'a (s.a.a) doğru
sabırsızlıkla koşmuyor bu sefer... Sevinçle onun kucağına
atılıp yüzlerini, gözlerini onun dudaklarına sürme yarışına
giremiyorlar şimdi.
Çünkü Hasan'la Hüseyn
hastadır bu gece, bitkin bir vaziyette yatağa düşmüştür ikisi
de...
Resulullah'ın (s.a.a)
sımsıcacık sesini duyar duymaz yüzlerinde bir tebessüm
yayılıyor, güçlükle gözkapaklarını aralamaya çalışıyorlar...
Doğrulmak istiyorlar ama kıpırdayacak mecalleri yoktur...
Peygamber tedirgindir,
onları görmek arzusuyla yanlarına yaklaşır. Ayaklarına dolaşan
abasına aldırmaksızın yürür ve onların yanıbaşına diz çöker.
Her ikisini de kucaklar, yanaklarına buseler kondurur, öpüp
koklar:
-Ne oldu size canım
yavrularım? Allah Tealâ belayı uzaklaştırsın sizden, şifalar
versin inşaallah.
Hasan'la Hüseyn kollarını
Resulullah'ın (s.a.a) boynuna dolayarak ona sımsıkı
sarılırlar.
Burası, İslam ordularının
en büyük ve en namlı komutanının evidir... Evet, burası İslam
devletinin ikinci adamının evidir, fakat bu evde şu birkaç
misafire ikram edilebilecek hiçbir şey yoktur!
Ali, misafirlerini
ağırlayacak bir şeyi olmadığı; onlara sunacak hiçbir şeyi
bulunmadığı için mahcuptur. Misafirlerinden özür diler. Fakat
Resulullah (s.a.a) ve yanındakiler bilmektedirler ki
fakirliği, öğüncüdür Ali'nin... Yoksulluk bir iftihar
vesilesidir onun için...
Onun yoksulluğu, İslam ve
Resulullah (s.a.a) için de bir övünç kaynağıdır aynı zamanda.
Ali isteseydi, daha iyi
şartlarda yaşardı. Bunu bilmiyor değildi kimse... Ancak Ali ve
Fatıma böyle yaşamayı tercih etmişti işte!..
Bu sebeple konuklar, ev
sahibinin samimiyet ve sevgi dolu duygularıyla ağırlanıyorlar
sadece. Ev sahibinin sevgi ve samimiyetten başka sunabileceği
bir şeyi yoktur misafirlerine çünkü...
Resulullah (s.a.a) gitmek
üzere ayağa kalkacağı sırada:
-Ya Ali! buyururlar, bu
iki yavrucağın iyileşmesi için adakta bulunmak ister misin?
Ali hemen:
-Elbette, diye cevap
verir, üç gün oruç adıyorum. Eğer iyileşirlerse üç gün ard
arda oruç tutacağım...
Resulullah'la (s.a.a)
Ali'nin konuşmalarını duyan Fatıma:
-Ben de katılıyorum, der,
iyileşirlerse ben de üç gün ard arda oruç tutacağım!
Bunun üzerine Hasan'la
Hüseyn, yorgun gözkapaklarını zorlukla aralayarak bir ağızdan:
-Biz de üç gün oruç
tutacağız! derler.
Resulullah (s.a.a) eğilip
sevgiyle birer buse kondurur miniklerin yanağına...
"Fizze", hz.
Resulullah'ın (s.a.a) annesi Âmine hatun'a yıllarca hizmet
etmiş ve şimdi hz. Fatıma'ya yardımcı olmak, onun dertlerini
paylaşmak ve ondan "nasıl yaşamak gerektiği"ni öğrenebilmek
için bu eve gelmiş bir kadındır. Diğerleri gibi o da, Hasan'la
Hüseyn'in iyileşmesi halinde üç gün ard arda oruç tutmayı
adıyor.
-*-
Bu ahdin üzerinden çok geçmeden Allah Tealâ
Hasan'la Hüseyn'e şifa verir ve ikisi de iyileşerek eski
sıhhatlerine kavuşurlar.
Şimdi ahde vefa etmenin zamanı gelmiştir,
bütün ev halkı oruçludur.
İftar için bir miktar
arpadan başka bir şey yoktur evde. Fatıma'yla Fizze, arpayı el
değirmeninde öğütüp un haline getirir ve ekmek pişirmeye
başlarlar.
İftar için beş adet ekmek
hazırlanmıştır şimdi. Kişi başına bir ekmek... Yiyecek başkaca
hiçbir şey yoktur... Herkes Ali'yi (a.s) beklemeye
koyulmuştur; o, camiden dönünce hep birlikte iftar sofrasına
oturulacaktır.
Ali camiden dönünce, o
günün orucunu bir arpa ekmeğiyle iftar etmek üzre herkes
sofranın etrafına oturur.
Ancak, henüz kimse
sofraya elini uzatmadan kapı çalınır:
-Ey Peygamber ailesi! Ey
Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i! Şu zavallı fakir ve
yoksula yardım edin lütfen! Allah Tealâ cennet yemeklerinden
nasip eder size inşaallah! Bana yardım eli uzatın! Ben ve
çocuklarım nicedir açız!
Kapıdaki yoksulun sözleri
daha tamamlanmadan Ali, ona vermek üzere kendi payına düşen
ekmeğe doğru uzatır elini. O sırada Fatıma da kendi ekmeğini
onun üzerine koyar. Bunu Hasan'ın, Hüseyn'in ve Fizze'nin
ekmekleri izler!...
Beş ekmek, yani bütün bir
ev halkının yegane iftarlığı, olduğu gibi o fukaraya
bağışlanır!..
Sofrada yalnızca su
kalmıştır şimdi... Beş oruçlu insan suyla iftar ettikten sonra
Allah'a hamdederek sofrayı toplarlar.
Ertesi gün... Adağın
ikinci günü yine herkes oruçludur... İftara yine beş adet arpa
ekmeği hazırlanır.
İftar vakti geldiğinde,
iki günlük oruç ve açlıktan sonra nihayet iftar etmek üzere
eller sofradaki yegane yiyecek olan sıcak ekmeklere doğru
uzanır. Fakat tam o sırada... Kapı çalınıverir yine:
-Allah'ın selamı
üzerinize olsun ey Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i! Yiyecek
hiçbir şeyi olmayan şu yetim çocuğa yardım edin...
Kapıdan dışarıya uzanan
el bu yetim çocuğa beş sıcak ekmek verir, selam ve duayla onu
uğurlar. Evin oruçlu ahalisi, ikinci günü de yalnızca suyla
iftar eder... Açlıktan takatleri kesilmiştir artık.
Üçüncü gün başlar...
Yegane iftarlık, yine bir miktar arpa unuyla hazırlanan beş
ekmekten ibarettir.
Ali (a.s) güçlü bir
erkektir, her zamanki dostu olan açlığa alışkın ve
tahammüllüdür.
Ama ya zayıf bünyeli
Fatıma?.. Henüz iyileşmeye başlayan iki yavrucakla güçsüz ve
ihtiyar olan Fizze?!. Onlar bu iki gün içinde kursaklarından
tek lokma geçmediği halde nasıl dayandılar bu açlığa acaba?!.
Velhasıl adaklarının
üçüncü ve son günü bugün... Yine hepsi oruçlu. Üç gün süren bu
açlığa birer arpa ekmeğiyle son verebilmek için iftar vaktini
beklemedeler...
İftar vaktine doğru,
eller, açlığın şiddetiyle titremeye başlamıştır. Hasan'la
Hüseyn'in gözleri çukura inmiş; zaaf ve takatsizlikten ne
yürüyecek, ne de ayakta durabilecek halle kalmamıştır artık.
Ali (a.s) camiden döner.
Sofrada beş adet arpa
ekmeğiyle bir testi su vardır sadece...
Üç gün boyunca süren bu
açlık ev ahalisinde takat bırakmamıştır. Sofradaki arpa ekmeği
ne de hoş görünmektedir göze...
Hasan'la Hüseyn iyice
sofraya yaklaşır ve diğerleriyle birlikte ellerini ekmeğe
uzatırlar. Fakat tam o sırada... Çalınan kapı sesiyle
birlikte, herkesin eli havada kalıverir:
-Allah'ın selamı
üzerinize olsun ey Resulullah (s.a.a) evlatları, ey mutahhar
Ehl-i Beyt! Uzun süredir aç olan şu köleye yardım edin lütfen!
Bir lokma koparmak için
sofraya uzanan eller şefkatle ekmeğe yaklaşır; zerrece
tereddüt etmeksizin hepsi de kendi ekmeğini o aç köleye verir
ve Allah'ın rızasını umarlar.
Açlıktan mecali kesilmiş
olan bu aileyi halâ ayakta tutan ve damarlarındaki kana
hareket kazandıran yegane sebep fedakarlık coşkusu ve infakta
bulunmuş olmanın verdiği tarifi imkansız hazdır.
Kendi ihtiyacı olduğu
halde başkasına bağışlamak... Kendi aç olduğu halde elindeki
yegane lokmayı bir diğer aça uzatmak... Bu durumda yapılan
fedakarlığın değerini ancak Allah bilir...
Hasan'la Hüseyn'in bitkin
ve solgun yüzüne bakan Ali (a.s) "Resulullah'ı görmek dertleri
azaltır ve açlığı unutturur insana" diye düşünerek çocuklarına
seslenir:
-Haydi bakalım! Dedeniz
Resulullah'ı (s.a.a) görmeye gidelim, ne dersiniz?!
Resulullah'ı (s.a.a)
görme arzusu Hasan ve Hüseyn'in sevinçle doğrulmasına sebep
olur. Babalarıyla birlikte Resulullah'ın (s.a.a) evine doğru
yola koyulurlar.
Açlıktan gözleri çukura
inen, bitkinlikten titrer hale gelen minik Hasan'la Hüseyn'i
görünce Resulullah'ın (s.a.a) gözleri dolar, tahammül edemeyip
ağlamaya başlar:
-Yavrularımı bu halde
görmeye nasıl dayanırım Allah'ım! Ya Rabbi! Şahid ol;
peygamberinin Ehl-i Beyt'i senin rızanı kazanabilmek için
neler yapmada... Kalkın yavrularım, birlikte sevgili kızım
Fatıma'ya uğrayalım bir de. Bu üç günü nasıl geçirdi, kim
bilir... Fatıma canımdan bir parçam, pare-i tenimdir benim!..
Fatıma'nın gözleri çukura
inmiş, açlıktan dizlerinin bağı çözülmüş durumdadır. Fakat bu
haliyle yine de namaz kılmakla meşguldür...
Resulullah (s.a.a)
Fatıma'yı şefkatle bağrına basar ve sarsıla sarsıla ağlamaya
başlar...
Allah'ın bu sevgili
kullarını bu halde görmeye hangi yürek dayanabilir ki?..
Onları bu halde görüp de
sarsılmamak elde midir?
İşte o sırada ortalığı
hoş bir koku kaplayıverir, Cebrail (a.s) nazil olmuştur,
Resulullah'a (s.a.a):
-Selam sana ya Muhammed!
Ailen (Ehl-i Beyt'in ) için bir hediye getirdim.
-Aleykümselam ey Cebrail!
Hediyen nedir?
-Evvelâ Allah'ın selam,
rahmet ve bereketini; sonra da eşsiz bir fekadarlık örneği
gösteren sevgili Ehl-i Beyt'in için nazil olan ayetleri... Ey
Muhammed! Asıl değerli amel, Allah'ı hoşnud etmektir.
Cebrail-i Emin olan, Allah'ın mesajını taşıyan ve sizin
O'nunla irtibatınızı sağlayan ben, bundan daha değerli bir
hediye, daha büyük bir armağan görmüş değilim.
Allah Tealâ sözkonusu
ayetlerde bu oruçlu topluluğu "Devranın iyileri" olarak
tanıtmakta ve onların cennetteki ahvalini açıklamaktadır:
"Allah Tealâ
Ahdine sadık kalan,
adağını yerine getiren, kıyamet gününden korkan ve kendi
ihtiyaçlarını fedakarca fakire, yetime ve yoksula vererek
onları doyurup "Biz sadece Allah rızası için fedakarlıkta
bulunmadayız, yaptığımıza karşılık olarak sizden bir ödül veya
teşekkür beklemiyoruz. Allah'a gönülden aşk beslemekte ve
korkunç kıyamet gününden çekinmedeyiz." diyenleri kıyamet
gününün şiddetli zorluğundan korur; -çoğu insanların üzgün ve
elemli olduğu- kıyamet gününde onları mutlu ve bahtiyar kılar.
Bu fedakar insanların mükafatı cennettir; orada tahtlara
yaslanır ve soğuktan sıcaktan etkilenmezler. Cennet
ağaçlarının gölgeleri yakın, eşsiz meyvalarına ulaşmak
kolaydır onlara.
Öyle bir cennet ki...
Şüphe yok ki sizin
mükafatınızdır bu; gayretlerinizin Allah katında pek hoş bir
karşılığı vardır."
Ali, Fatıma, Fizze, Hasan
ve Hüseyn açlık duymamaktadır artık... Açlık ve bitkinlik,
giderek neşe ve mutluluğa bırakmaktadır yerini şimdi.
Hep birlikte secdeye
kapanıp bu büyük mükafattan dolayı Allah'a şükrederler.
-SON- |